Camia ve hükümet kavgası mı!

2004 yılına ait MGK kararı bir kez daha gösterdi ki Devlet elitinin ‘irticai’ fobisinin odağında Nurculuk her zaman önemli bir yer tutmaktadır. Said-i Nursi’nin vefatından sonra bu korku nispeten azalsa da Fethullah Gülen ile canlanan cemaat yeniden tehdit konseptinin merkezine alınmıştır. Silahlı eylemlere girişmemesi, hatta particilik anlamındaki siyasetten uzak durmasına rağmen devletin güvenlik refleksi niçin bu kadar işkillenmektedir?
Güvenlikle ilgili teori ve pratikler siyasallaşan toplumsal hareketler üzerinde defalarca test edilmiştir. Buna göre genişleyen bir siyasal hareketin önündeki yol ikiye ayrılır. Ya demokratik düzlemde iktidara gelecek ve devlet aygıtını amaçları doğrultusunda dönüştürecektir ya da sistemden dışlanarak illegaliteye yönelecektir. Güçlü bir rejim açısından her ikisini de savuşturabilir. Siyasal tarihimiz değiştirmeye çalıştıkları düzenin bir parçası haline dönüşenlerin hazin hikayeleriyle doludur. Şiddeti politik amaçla kullananlar ise zaman içerisinde marjinalleşmekte ve birbirleriyle çatışmaktadır. Aşırı sol örgütlerin ardından PKK’yı da benzer bir akıbetin beklediği söylenebilir.
Toplumsal gruplar eğer siyasal bir çatı altına girmezse, mevcut düzenin kurucuları açısından potansiyel tehdit sayılır. Çünkü söz konusu gruplar tüm toplum katmanlarına yayılabilir. Etki alanları ölçülemediğinden karşı tedbir almaları ve toplumdan ayrıştırılmaları imkansızlaşır. Kitlesel eylemleri profesyonel yöntemlerle dağıtılabilse de polisiye metotlar doğrudan toplum karşısında çaresiz kalır. Ümit Özdağ Hocamız 22 Kasım tarihli yazısında, devletin en yüksek düzeydeki memurlarından birisinin,  “Biz Milli Görüş geleneği, önce devletin ele geçirilmesine ve İslamileştirilmesine sonra toplumun İslamileştirileceğine inanırız. Oysa cemaat, toplumu dönüştürmenin esas olduğuna inanır” dediğini aktarır. Gerçekten de Said-i Nursi’nin takipçileri bireyi kazanmayı esas alır. Süt-kaymak misali; bireyler değişince toplum ve devlet kendiliğinden dönüşecektir.
Günümüzde devletlerin hukuk sisteminin dışına çıkması kendi varlığını inkar anlamına gelir. Asimilasyon, soykırım, sürgün vb.. kitlesel imha yöntemleri Orta Çağ’da etkili olsa da son yüzyıldaki faşist ve komünist rejimlerin devlet eliyle toplum mühendisliği uygulamaları zorla güzellik olmayacağını ortaya koymuştur. Hitler, Mussolini ve Stalin örneklerinde olduğu gibi diktatörler peşinden sürükledikleri kitleleri helak etmiş, kendi milletlerini de insanlık aleminin gözünde küçük düşürmüştür.
Ülkeyi korumakla yükümlü devlet kurumlarının, vatandaşların ilgi ve eğilimlerini bilmek istemesi yadırganacak bir durum değildir. Ancak fişlemeler ve devlet hafızasına düşülen notlar ihbar mantığıyla değil devlet aklını esas alan akademik çalışmalarla kaleme alınmalıdır. İnsanların özel hayatlarını didiklemeye ve akrabalarını takibe kadar yöntemlerden uzak durulmalıdır. İstihbarat kurumlarının terörle mücadele veya karşı casusluk perdelemesiyle, yargıyı aldatarak yasadışı dinleme ve takipleri, öncelikle bağlılık yemini ettikleri millete güvensizliklerini gösterir.
2007’den beri yürütülen soruşturmalar ve görülmekte olan davalarda suçlu veya masum çok kişi yargılandı. Ancak ülkemize giren sermayeyi ve yatırımları yöneten patronların ve istihbarattaki uzantılarının üzerine gidilemedi. Aksine rantçılar semirdi, istihbaratçılar güçlendi. İlginçtir iktidarı destekleyen kalemler  ‘baron’ ların, ‘tapınakçı’ ların hükümeti devirmek için eyleme geçtiğini yazıyor. Peki son döneme damgasını vuran büyük davaların ve Gezi olaylarının ardında iddia edildiği gibi cemaat varsa, yol arkadaşlığı yaptığı hükümete veya Tayyip Erdoğan’a niçin çelme taksın? Erdoğan yerine Gül gelse cemaat açısından ne değişir? Cemaat, yargı sürecinde düşmanlığını kazandığı kurum ve gruplara karşı kendisini garantilemeden niçin risk alsın?
Osmanlı’dan günümüze siyasi karışıklıkların ardından devletin başına geçen ekipler çok kısa bir sürede merkezi otoriteye uyum sağlamış, geleneksel devlet refleksini kabullenmiştir. İktidar da yerini sağlama aldıktan sonra ilk önce destekçilerinden kurtulmuşlardır. Keşke güç savaşlarında, gariban çocuklarının geleceğinde önemli rol oynayan dershaneler kurban edilmeseydi.

Yazarın Diğer Yazıları