Cehennemden cehennem, zindandan zindan beğen...

Pazar günleri bu sütunlarda ekseriya hafif konular yazarım ama bugün “hafif” olamayacağım. 27 Mayıs 1960; mevcut meşru hükümeti deviren, günlerce eza ve cefaden sonra üç değerli devlet adamının -Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan- düzmece “Yüksek Adalet Divanı” tarafından, cuntacıların baskısıyla idam edilmeleriyle ve diğerlerinin de aylarca hapis yatmasıyla neticelenen gerçek bir albaylar cuntası darbesinin 52’nci yıldönümü.
Ben, o gerçek darbenin hem yakın tanığı hem de mecazi ve gerçek sillelerini yemiş bir mağduruyum. Yassıada’da dokuz ay yattım. Anılarımı Remzi Kitapevi’nden çıkan,“Kılıç’tan Kılıç’a” adlı kitabımda yazdım. Bu gece NTV’deki “Yakın Plan” da gene anlatacağım.

Klasik bir cunta darbesi
27 Mayıs, Milli Birlik Komitesi’nin, ordunun emir komuta zinciri dışında yaptığı klasik bir cunta darbesi idi. Ordunun daha sonraki yıllarda “Cumhuriyeti Koruma Kollama” anayasal görevi gereği yapılan askeri müdahaleler bazı yazar ve aydınlar tarafından “darbe” olarak eleştirilir de “27 Mayıs Darbesi”  adeta meşrulaştırılmıştır. Çünkü o zaman askerleri, CHP ile birlikte bu “liberal” aydın ve yazarlar tahrik etmişler, onları göklere çıkarmışlardı. Ve bu darbeden sonra yapılan aşırılıkları da görmezden gelmişler ve hatta tasvip etmişlerdi.

Darbeye karar verilmiş!
Doğruyu söylemeli; darbenin yapılmasına zamanın “Demokrat Parti” iktidarı ve Başbakan Menderes ile tahrikçiler aşırı hareketleriyle malzeme hazırlamışlar, böylece bir bakıma darbe de kaçınılmaz olmuştu... Yoksa iç savaş çıkacaktı. Menderes nihayetinde durumu idrak etmiş ve seçimleri yenileme kararı vermişti. 27 Mayıs arifesinde Eskişehir’de bunu ilan edecekti. Bunu bildikleri halde fırsat vermediler. Çünkü darbe yapmaya karar vermişler!
Hakikatler sonra unutuldu, unutturuldu ama bizler, hayatta kalanlar bu darbe esnasında ve sonrasında çektiklerimizi unutmadık, unutamadık. Fakat bu yüzden de ordumuza, askerlere asla kin bağlamadık. 

Tünelin ucunda ışık yok
 Kendi ordumuza düşman olmak mesela, Mehmet Ali Birand gibiler için bir meziyet. Bu zat bir yazısında “Şeytanlar İmparatorluğu” ndan söz ediyor. Gerçekten de şimdi ülkemizde “Ergenekon, Balyoz, Andıç, Kafes,vb..” sürecinde bir “cadı kazanı” nın kaynadığı  “Şeytan İmparatorluğu”nda yaşamaktayız...
Bu imparatorlukta yüzlerce asker ve sivil tutuklu. Çoğu, müdafilerin uydurma olduğunu öne sürdüğü iddialarla tutuklu ve yargılanmaktalar. 

İşkencelerin en kötüsü...
27 Mayıs darbesinin adalet mercii ve sahnesi  “Yüksek Adalet Divanı” idi. Duruşmalar radyolardan yayınlanırdı. Ama bir de halktan özenle saklanan Yassıada zindanı-cehennemi vardı. O, Bizans’tan kalma zindanda zamanın tabiriyle biz  “düşükler” en zor şartlarda aylarca yattık. Orada ailelerimiz ve dış dünya ile irtibatımız kesilmişti. Gazete ve radyo yasaktı. Bu durumda dedikodular, rivayetler gırla gidiyordu. Nasılsa gizlenmiş el radyolarından duyulan haberler, koğuştan koğuşa ve havalandırmalarda paylaşılırdı. Çocukların telefon oyunlarında olduğu gibi kulaktan kulağa değiştirilerek abartılırdı. Mesela; adanın havaya uçurulacağı şayiası bile çıkarılmıştı. Habersizlik ve belirsizlik işkencelerin en kötüsüydü...

Sayın yok “Düşük” var!
Resmi çevreler ve zamanın medyası bize  “Düşükler” diyordu. Bize gelen sansürlü mektupların üzerinde “Sayın” Altemur Kılıç denmişse, “Sayın” kelimesi çizilir yerine “Düşük” Altemur Kılıç yazılırdı. Bu sırada Ankara’da ilkokul öğrenicisi olan kızım öğretmeni tarafından tahtaya kaldırılmış ve “düşük kızı” diye teşhir edilmiş... Kızım bunun travmasını yıllar boyu üzerinden atamadı.
52 yıl önce Yassıada cehennemi ve zindanı idi. Şimdi yıl 2012 ve Silivri  var.

Pardon mu denilecek!..
Hayat şartları koca generallerle, meslektaşlarımız ortak leğenlerde çamaşır yıkatsa da, Adalet Bakanı’nın gösterdiği yaşam, sağlık, gıda ve bazı şartları iyi. Fakat ya manevi şartlar? Mesela sevgili Mustafa Balbay’ın çocuklarının yıllar sonra bile kurtulamayacakları ruhi travmalar!.. Benim kızımın yaşadıkları, bunların yanında hiç kalıyor.
Ve yüzlerce tutuklu ailelerinde yaşanmakta olan trajediler. Onlara sonunda eğer adalet tecelli ederse belki aklanacaklar. “İlahi adalet” daha önce gelmezse! Fakat bu yıkılan hayatlar nasıl onarılacak ve bu mağdurlara kaybettikleri nasıl iade edilecek? 
Yatanla çeken bilir
İleride muhakkak bu dönemler konusunda araştırmalar yapılacak, kitaplar, romanlar, piyesler yazılacak, filmler, diziler yapılacak. Malzeme çok! Ama yazmakla tarif edilemez bu acılar. Yatanla, eziyet çekenler bilir. Şimdi Silivri’de Hasdal’da, Metris’te yatanlar bu acıları fiilen yaşamaktalar.
....ve kaçınılmaz son!
27 Mayıs Darbesini yapanların sonu ne oldu, Yassıada yargıçlarına ne oldu? Hiç de “yüksek”  ve “adil” olmayan mahkemenin o zaman el üstünde tutulan ve sanıklara “Sizi buraya tıkan kuvvete sorun” diyen Salim Başol’u birkaç yıl sonra Ankara’da bir durakta elinde market torbası, otobüs beklerken görmüştüm. Makamlar sonunda kimselere kalmıyor!..

Yazarın Diğer Yazıları