Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU

Armağan KULOĞLU

Çelişkiler yumağı bir politika

Türkiye özellikle Suriye ve bununla bağlantılı çözüm süreci politikasında tam bir çelişkiler yumağı içinde bulunmakta, sürekli radikal değişimler göstermekte, yönünü bulmakta zorluklar çekmektedir. Bu durum hükümete olan güveni sarsmaktadır. Güven duygusunu sağlamak maksadıyla yürütülen algı operasyonları da artık etkili olamamaktadır. Birçok konu milli menfaatlerle uyum sağlamamaktadır. Yine de biat kültürünün etkisiyle mevcut konum muhafaza edilmektedir.

Çözüm sürecinde başlangıçta öngörülen uygulamalar, açıklanan yol haritası, PKK-PYD bağlantısı, gerçekler ve ABD’nin görüşüyle Türkiye’nin görüşünün örtüşmemesine rağmen Türkiye’nin ABD istekleri yönünde aldığı kararlar, çelişkili davranışların başında gelmektedir.

***

Başlangıçta PKK’nın sınır dışına çıkması, orada silah bırakması ve kendini tasfiye etmesi, suça bulaşmamış olanların Türkiye’ye gelmesi ve bunların topluma uyumlu hale getirilmesi öngörülmüştür. Ancak bu konu gerçekleştirilememiştir. PKK silahlı gücünü sınır içi ve dışında muhafaza etmiş, bölücü siyasetçiler, İmralı’daki bölücü başı ve PKK, bunu çözüm sürecinde isteklerin devlete kabul ettirilmesi için bir vasıta ve yaptırım aracı olarak kullanmıştır.
Esasen PKK’nın, uyuşturucu başta olmak üzere kaçakçılığın getirdiği ranttan, bölge ve bölge dışından elde ettiği haraçtan ve kendine göre yarattığı bir egemenlik alanından vazgeçeceğini beklemek hatadır. Bölücülerle ve teröristlerle, özellikle silahların gölgesinde, ama hiçbir şekilde müzakere edilemeyeceği düşünülememiştir. Terör etkisinin, ancak onu askeri alanda mağlup ederek kırılacağı ve normalleşmenin ancak bundan sonra sağlanabileceği anlaşılamamıştır.
PKK’nın Irak’ta IŞİD’le yapılan mücadelede kurtarıcı olarak görülmesinden sonra, şimdi açıklanan yol haritasında PKK’nın silah bırakması ve kendisini tasfiye etmesinden söz edilmesinin, hayalden öteye geçemeyeceği görülememektedir.
Çözüm süreci kapsamında gerçekleştirilen birçok konuya ilaveten halen ortaya atılan baş müzakereci durumu, bölücü başına sekretarya, onun yaşam koşullarının daha da iyileştirilmesi, hukuki düzenleme istekleri, takip komisyonu ve diğer hususlar, bölücülerin isteklerini kamçılamakta ve sürekli olarak çıtalarını yükseltmektedir. Hükümet de seçim atmosferini düşündüğünden bu süreci zamana yaymaya çalışmaktadır. Bu nedenle  “akil insanlar”  grubunu tekrar platforma taşımıştır. 
Akil insanların içinde PKK’yı terör örgütü olarak değil, hakları yenen halkın hakkını almak için mücadele eden örgüt olarak gören kişilerin de olduğu, TV’de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu durumda akil insanların PKK’yı, bölücüleri, onların destekçilerini ve sempatizanlarını ikna etmesi söz konusu değildir. Onlardan beklenen, duyarlı Türk halkını bu konuya alıştırmaktır. Zaten bölücülerle birlikte olmayan Kürt kökenli Türk vatandaşlarının, çözüm süreci ve bunun devamında beklenen otonomi ve daha sonra bölünme gibi bir düşüncesi de yoktur. Onların isteğinin, huzur, istikrar, güven, iş ve aş olduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenlerle çözüm sürecinde inat etmenin bir fayda getirmeyeceği anlaşılmalıdır. Konunun yeniden gözden geçirilmesinde fayda mütalaa edilmektedir.

***

Türkiye PYD’yi, PKK’nın kolu olarak görmektedir. IŞİD’le PKK’yı da eşdeğer kabul etmektedir. Ancak ABD ise, PKK’yla PYD’yi birbirinden ayırmaktadır. PYD’nin IŞİD’le mücadelesine destek vermektedir. Onunla istihbarat paylaşmaktadır. Batı ülkeleri de ABD’yle aynı düşünceden hareketle, IŞİD’e karşı PYD’yi desteklemektedir. Diğer taraftan ABD’nin zamanında PKK’ya destek verdiği de unutulmamalıdır. ABD’nin PKK’yı, bölgesel politikalarının bir aracı olarak kullandığı aşikârdır.
Türkiye, PYD’ye karşı olmakla birlikte, IŞİD’le mücadele eden PYD’ye destek olmak için, peşmergenin ülkesinden geçmesine, inkâr edilse de, ABD’nin isteği ve iknasıyla izin vermiştir. Ancak terörist dediği PKK’yla müzakereye oturmuş, terörist gördüğü PYD’nin eş başkanını kabul etmiş ve görüşmüştür. Bu davranışlar çelişki yaratmaktadır.
ABD’nin Orta Doğu’daki politikasının uzun vadede, ortaya atılan haritalara benzer şekle dönüşmüş bir Orta Doğu olduğu, ortaya çıkacak “Büyük Kürdistan”ın hem İsrail’in güvenliği, hem de bölge politikalarına destek verecek ikinci bir İsrail gibi değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle Irak ve Suriye Kürt bölgelerinin varlığının devamı ve güçlenmesinin ve Türkiye’deki oluşumun da buna eklenmesinin, ABD açısından öncelik taşıdığı kıymetlendirilmektedir. Türkiye’nin bu durumu gören ve değerlendiren bir yaklaşım içinde olmasının önemi gittikçe artmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları