Cenk Koray'ın oğluna mektubu

Her 23 Temmuz günü tuhaf duygularla dolarım. Hüzün ve sevinç iç içedir. 2000 yılında hayatta en sevdiğim varlıklardan biri olan Cenk Koray'ı kaybettim. Tam bir yıl sonra aynı gün ve yaklaşık aynı saatlerde bir başka Cenk Koray dünyaya geldi. Yani torunum.

Sanki sinemalarımızda uzun süre kapalı gişe oynayan film gibiydi; "Siyah Orfe". Aslında bu yapımın senaryosu bir Brezilya efsanesine dayanıyordu; "Bir Orfe öldüğünde, peşinden yenisi doğar". Tahmin ettiğiniz gibi bugün, 17 yaşını dolduran Cenk Koray'ın da doğum günü. Birine her zamanki gibi dualarımı, delikanlılığa ayak basana sevgi ve başarı dileklerimi yolluyorum.

Gerçek arkadaşları

Cenk ağabeyin can dostlarından Müjdat Gezen, Cenk Jr. ile tanıştığında onu uzun uzun sorguladı. Sonunda bana söylediği; "Burhan bak, zevkleri tamamen tutuyor. Bu da tenis oynuyormuş" oldu. Burada diğer can yoldaşlar müzik dünyamızın iki ünlüsü Neco ve Ömür Göksel'i de hatırlatmak istiyorum. Ağabeyimin defin günü yürekler parçalayan hallerini unutmam mümkün değil.

Onlara da sağlıklı uzun ömür dileklerimi gönderiyorum.

Tanışmamız

Cenk Koray büyüğümle tarnışmamız neredeyse yarım asır öncesine dayanır. Ankara Koleji ve Ankara Hukuk Fakültesi mezunuydu. TRT ile şöhreti yakaladı. Neticede gazeteciliği seçti. En büyük tutkusu Beşiktaş takımıydı.

Eşinden ayrıldıktan sonra oğlu Nihad ile birlikte yaşamaya başladılar. Oğul artık 19 yaşındaydı. Bir gece eve çok geç gelmesiyle ortalık karıştı. Babasının bağırması karşısında üzülüp, salon camına kafa attı. Atar damarı kesilmişti. Üç dakika içinde babasının kollarında Hakk'a yürüdü.

Cenk Koray büyüğüm bundan sonra kendini hiç toparlayamadı. Evladının yanına koşuşu fazla gecikmedi.

Bir yerde vedanın başlangıcı olarak yazdığı şu satırları kabul edebiliriz. Çok uzun bir iç döküş. Sanki bir parçalanma:

"Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?

Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?

Demir tokmakları, başınıza başınıza indirdiler mi iri yarı adamlar?

Gözü dönmüş birileri kırdılar mı parmaklarınızı?

Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?

Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya, zorlayarak "çat" diye kırıverdi mi?

Çaresizlik denilen; çaresi bulunmayan tek gerçek, sarıldı mı boğazınıza?

Adamın biri gelip iki gözünüze iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?

Büyük değirmen taşlarını getirip koydular mı üzerinize, sırt üstü yatarken?

İyice bilenmiş bir bıçağı böğrünüze sokup çevirdiler mi 360 derece?

Ayağınız kayıp yola düştüğünüzde, bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?

Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde içinde asit olduğunu fark ettiniz mi?

Demir bir çubuk boğazınızdan girip boyununuzun arkasından çıktı mı hiç?

Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?

Balkondan düşen koca bir saksı, tam kafanızın ortasına indi mi?

Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?

Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına can verdiğini gördünüz mü?

Veya bütün bunları görmemiş, yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz.

İşte bunların hepsi bir anda, benim başıma geldi.

19 yıl babalık etmeye çalıştığım, Allah'ın bana emaneti, canım, gülüm, hayatım, her şeyim, birtanem, sebeb-i hayatım, evladım, oğlum Nihad, 3 dakika içinde yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.

Yapacak hiçbir şeyim yoktu. Kapının camı şahdamarını kesmişti.

Fıskiye gibi kan fışkırıyordu. Kan fışkırıyordu, umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu. Bana yakın durması gereken oğlum, beni ölmeden öldürüyordu...

Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu. 365 günün, bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım. Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi ve sen içeriye girmedin. Bir tek gece odanın ışığı yanmadı. Ben kapını açıp, "yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım...

Yaşamak canımı sıkmaya başladı. Gül, senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür. Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye düşünüyorum zaman zaman. Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum, ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de. Ama oradan bir bağlantı kurulması mümkün değil...

Günler geçiyor arslanım. Her geçen dakikayı beni sana yaklaştırdığı için seviyorum. Eskiden nasıl üzülürdüm zaman geçiyor, birgün senden ayrılacağım diye. Ama şimdi her şey tersine döndü... Her şeye tahammül edebiliyor insan. Allah böyle bir sabır vermiş kullarına. Ama tahammülü mümkün olmayan bir tek şey var. Senin sevginden mahrum olmak. Bunu hissedememek.

İşte ölmeden bu öldürüyor insanı."

ÖZEL NOT

Adı geçen Gül, Cenk Koray'ın gazetedeki sekreterinin adıdır..

Yazarın Diğer Yazıları