Churhill'in Purosu ve RTÜK

beIN MOVİES'te yeni bir film izledim. Bu Churhill'in biyografisi idi. Brian Cox'un müthiş oyunu, tarihi senaryoya çok yakışmıştı. Yönetmen Jonathan Teplitzky ve Churhill'in eşini oynayan Miranda Richardson'ın başarıları ortaya olağanüstü bir yapım çıkarmıştı.

Üstünde duracağım en önemli mesele uygulanan sansür. Churhill'in, adına marka çıkarılmış puro tutkusunu perdelemeyi anlayamadım. Tarihe elinde purosuyla geçmiş biri. Bırakın WC'yi, uyurken bile ağzında puro vardı. Tablo ve resimlerinde mutlaka puroyu görürsünüz. Böyle bir kişinin hayatının anlatıldığı filmin en az üçte ikisinde ekranın ortasında koca bir buzlu cam izledik. RTÜK'ten dileğim, böylesi yanlışlara son vermesi. İzleme zevki bırakılmadığı gibi, seyretmekte zorlaşıyor. Hiç olmazsa dünyanın kaderini değiştiren şahsiyetlere ayrıcalık tanınmalı.

"Barmen, bana bir ayran"

Gelişen dünyada bazı konularda kimi abartmalara karşıyım. Ancak, özellikler korunmalı. Bu arada aklıma Türkiye'deki televizyon yayıncılığının başlangıcı ve denetimi geldi. TGRT yeni kurulmuştu. Büyüğüm, arkadaşım ve dostum merhum Enver Ören, milli ve manevi değerlere önem verirdi. İçki ve sigarayı hiç kullanmadı. Sahibi olduğu yayın organlarında bunların sempatik gösterilmesini istemezdi. Sırf bu konuda denetleme yapsın diye bazı kişileri görevlendirmişti. Kimileri vazifelerini fazla abarttılar. Örneğin, yayınlanan bir Amerikan filminde kovboy bara giriyor. Tabureye oturduktan sonra şunları söylüyordu; "Hey barmen, bana bir ayran". Dublajla sansürlüyorsun. Tamam da, kullanılan bardak ve içindekinin rengi kabak gibi ortada. Hani "Bana bir kızılcık şerbeti" dense su götürecek. Yapılan denetim değil, komedi unsuru. Ören'e bunu aktardığımda cevabı iş teklifi oldu; "Sana kaç defa bize gel dedim". Neyse ki daha sonra bu tip saçmalıkları, nispeten engelledi.

Dünyada ilk yayın

Televizyonu kimin icad ettiği hâlâ tartışmalıdır. Bildiğim bunun babası bir İskoç mühendisi. Bu zatın ilk canlı yayını ise İngiltere'den Amerika'ya giden bir yolcu gemisinin limandan ayrılmasıdır. Gemidekiler ve uğurlayıcıların anında Londra'ya aktarılışı büyük ses getirmişti.

İlk düzenli televizyon yayını da 1936'da İngiltere'de başladı. Amerika ise programlı sisteme üç sene sonra, 1939'da kavuştu. Araya giren İkinci Dünya Savaşı "Görüntülü yayıncılığın gelişmesini" epey süre engelledi. Büyük savaşın sona ermesiyle, diğer ülkelerde de TV gelişti.

Ülkemizdeki televizyon çalışmaları İstanbul Teknik Üniversitesi'nde başladı. İşin resmiyete dökülmesinin tarihi 1968. O yıl TRT'nin yayınları görülmeye başlandı. "Ankara Televizyonu" ismi verilen oluşum 1990'a kadar tekel olarak devam etti.

Turgut Özal'ın teşvikiyle 1989 yılında özel sektörün yayın dönemi açıldı. Gerekli yasal değişikliklerin yapılması bir kaç sene sürdü. Magic Box'ın devreye girmesinin tam tarihi 1 Ekim 1990'dır. Hatta, yayınlar yurt dışında kurulan merkezden aktarıldı.

1992'de Tele-On ve Show TV, arkalarından sadece futbol yayını ve filmlerin verildiği Cine-5 ortaya çıktı. Bu konuda tam serbestliğin sağlanması için 2002 yılına kadar tam on yıl beklendi. 

Ve denetim

Özel veya kamusal yayıncılığı denetlemek için kurulan yapının adı RTÜK'tür. Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun başlangıcında üyeliklere hep basın kuruluşları temsilcileri alındı. Ancak siyasilerin politik emelleri sonucu statü değiştirildi. Halen RTÜK tamamen Meclis'teki partilerin -Sayılarına göre- denetiminde.

Denge meselesi

Peki, yayınların kontrolü hakkaniyetle gerçekleştiriliyor mu? Hiç sanmıyorum. En basitinden evlilik programlarına verilen "Reklam gelirlerinden kesinti" ve "Yayın durdurma" cezalarını örnek verebilirim. Ekranlar iktidara yakınlığının ölçüsünde daha az ceza alabiliyor.

Bunun çözümü yok mu? Yani tarafsızlık sağlanamaz mı? Pekala mümkün. Bunun tek yolu otokontrol sistemi'nden geçmekte. Yani Almanya ve ABD'deki yapının bizde de uygulanması. Gerçek uzman ve hukukçuların yer aldığı bir RTÜK'ün oluşturulması şart. Bu önemli kuruluşun acilen "Siyasetten arındırılması gerekmekte".

Bu haliyle devam edecek RTÜK sadece para toplar. Kimi yandaşlara iş sahası yaratır.

Bir de tatlı anı

Fazla ağır gittik. Hiç olmazsa finali yumuşatalım. Ankara Televizyonu Mithat Paşa Cadesi'ndeki yerinden yayın yapıyordu. Burasının iki şeyi ünlüydü. Biri devamlı konuk olan sinekler. Diğerleri ise minik fareler. Walt Disney'e imparatorluk kurduran sevimli bıyıklıların ortaya çıkışları her zaman olaylara sebep olmuştur. Onları fark edip, en fazla çığlık atanlar ise çoğunlukla bayan ara spikerlerdi. Hiç aldırmayan kişi ise ünlü haber spikeri Jülide Gülizar'dı. Ancak işini bitirdikten sonra görevlilere gider ve "Stüdyoda fare var" derdi...

Yazarın Diğer Yazıları