Cihet-i askeriye'nin içi ve dışı

Saray içi darbelerle süregelen Osmanlı devlet sisteminin sonunu getiren, 1913’teki Bâb-ı Âli Baskını’dır. Bu baskın ülkemizde düzenli ordunun siyasete doğrudan müdahalesi bağlamında ilk hükümet darbesi (Coup d’Etat) sayılabilir. “Cihet-i Askeriye” deyimi siyaset literatürümüze o gün girmiştir. Enver Paşa’nın, başına tabanca dayayıp istifasını istediği Sadrazam Kamil Paşa, istifa dilekçesine,  “cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine...”  sözleriyle başlar. Talat Paşa bunu beğenmez. Cümlenin başına ‘ahali’ kelimesini yazdırır. Darbe sözde ‘halk’ içindir!
Cumhuriyet kurulduktan sonra da ‘cihet-i askeriye’den birçok darbe girişimi olur. Fakat 27 Mayıs 1960’a kadar hiçbiri başarılı olmaz. Darbecilerin amaçları ne olursa olsun sonunda Türkiye Batı’ya daha da bağımlı hale dönüşmüştür. Çünkü asker mesleği gereği, siyasetten, diplomasiden ve ekonomiden anlamaz. Bilemediği konularda da dışarıdan telkine açık hale gelir. 27 Mayıs’ta hiç vakit kaybetmeden NATO’ya ve CENTO’ya bağlılığını açıkladığı gibi, 12 Mart ve 12 Eylül’de de bu bağlılığını pekiştirmiştir. 28 Şubat sürecindeki MGK’larda alınan kararlar post-modern müdahalenin amacını net bir şekilde ortaya koymaktaydı.
Refahyol’un ardından Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında kurulan Anasol-D hükümeti döneminde ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanan 31 Ekim 1997 tarihli MGK’da, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) şöyle düzenlenmiştir:  “Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzünde hiçbir değişikliğe gidilmemelidir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik konusundaki hedefi korunmalıdır. Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesine yönelik, özelleştirme de dahil ekonomik çabalar arttırılmalıdır.”
Kontrolden çıktığı endişesiyle Ülkücülere de gözdağı verilmesi amaçlanıyordu.  “Ülkücü mafya”  kavramı MGSB’ye dahil edildi. Milli Güvenlik şemsiyesi altında korunan ilişkiler sonraki yıllarda daha da güçlendi. Şu ifadeler de MGSB’nin tamamına ulaştığını duyuran, Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı:  “Türkiye’nin ABD ile ilişkileri stratejiktir ancak başka bir ilişkinin alternatifi değildir. ABD, AB sürecimizin bir alternatifi değildir. NATO’daki rolümüzü korumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetinde yerimiz olmalı.”
Nitekim 28 Şubat Süreci’nin sonunda;  
* Anadolu Kaplanları’nın önü ‘Yeşil Sermaye’ yaygarasıyla kesildi. İrticayla bulandırılan siyasi atmosferde bankaların içi boşaltıldı. Amerikalı ve Avrupalı Batılı holdinglerin Türkiye temsilcisi pozisyonundaki İstanbul sermayesinin çıkarları korundu.
* Yargı ve üniversiteler ‘irtica brifingleri’ ile soldan ve sağdan hizaya çekildi. Böylece Türkiye’nin Batı’nın nezdindeki yeni rolüne seslerini yükseltebilecek bilim ve yargı adamları susturuldu.
* Muhtemel bir müdahalenin altyapısını oluşturacak mevzuat NATO standartlarına göre değiştirildi. Buhran Yönetim Merkezi yönetmeliği güncellenerek NATO yönergeleri uyarınca Kriz Yönetim Merkezleri Yönetmeliği’ne dönüştürüldü.
* Türkiye’nin  “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne”  uzanan geleneksel dış politikasına, ‘ülkücü mafya’ ifadesinin geçtiği MGSB ile ölümcül bir darbe vuruldu.
* Türkiye’nin komşu ülkelerle ve özellikle Rusya ile Mavi Akım’la başlayan sıcak ilişkileri tırpanlanarak hem ‘Avrasyacı’ teze hem de D-8 projesine erken doğum yaptırıldı.
* NATO’nun ‘Belirsizlik Dönemi’ne şartlarına göre tanzim edilen Türkiye’nin iç siyaseti, İslam dünyasına yönelik yeni hedeflere göre düzenlendi. Soğuk Savaş döneminin sağ-sol kamplaşmaları yerine Laik * İslamcı kutuplaşmanın zemini güçlendirildi. TSK bünyesinde, Müslüman ülkelere yönelik olası askeri harekatlara karşı çıkabileceği düşünülen dindar ve/veya milliyetçi kadrolar YAŞ kararlarıyla tasfiye edildi.
* Psikolojik Harekat (PH) teknikleri  “balans ayarı” yapıldı. Türkiye’nin ABD-NATO eksenindeki yeri sağlama alınırken buna bir de İsrail aksı eklemlendi.
Bugün darbelerle ilgili TBMM’de araştırma komisyonu oluşturuldu. 12 Eylül’ün  “beşi bir yerde”  paşalarından hayatta kalan ikisi mahkemede hesap veriyor. Siz bu satırları okurken gazetelerin manşetlerini, 28 Şubat kadrolarına yönelik tutuklamalar süslüyor olacak. Türkiye darbeler tarihiyle eninde sonunda yüzleşecek ve kaçınılmaz son elbet bir gün gelecekti. Ancak hesaplaşma adil yapılmalı ve ele geçen fırsat heder edilmemelidir. Darbelerin dış müdahale ve ekonomik boyutları ile Türkiye’yi Batı’ya göbeğinden bağlayan askeri ihaleler konuları ihmal edilmemelidir.

Yazarın Diğer Yazıları