Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER

Agah Oktay GÜNER

Çılgın proje Kanal İstanbul

                      Siyasi iktidarların özellikle tek adam rejimi olma yolunda mesafe alan sistemlerin liderleri, yöneticileri, şaşaalı, gösterişli, eserler yapmayı daima ön planda tutar. Sistem gerçek demokrasiye yol aldıkça şaşaanın yerini tevazu ve kainata hükmeden kanunlara saygı alır. İktidarın açmayı planladığı kanala "Çılgın Proje" adını vermesi düşündürücüdür. Çünkü Türkiye  dış politika şartları ve onlardan çok daha ağır sosyal ve ekonomik problemlerin altında ezilmeye yüz tutmuş iç politik durumuyla  çılgınlığa değil, akla ve basirete muhtaçtır. Projenin güzergahını Ulaştırma Bakanı'nın açıklaması Kanal İstanbul'un yap-işlet-devret, kamu-özel iş birliği karma modeliyle ihale edileceğini ifade ediyor. Projede ilk hedefin İstanbul'da Boğaziçi üzerindeki  gemi yükünü azaltmak olduğu, proje tutarının da 65 milyar dolar olacağı belirtiliyor. AKP iktidarının çalışma sisteminde böylesi dev projeleri kamuoyuyla tartışma geleneği yoktur. Geçmiş iktidarlar döneminde kalkınma planları başta olmak üzere bütün önemli projeler üniversiteler, ilgili kamu kurumları, sendikalar, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katıldığı toplantılarda ele alınır ve her kuruluş temsilcisi fikirlerini özgür bir ortamda ifade ederdi. Ne yazık ki AKP'nin çalışma düzeninde her iş "ben yaptım oldu" mantığıyla yürütülmektedir. Böylesine uluslararası hukuk, savunma stratejileri, şehirleşme, ekolojik yapı açılarından büyük önem taşıyan bir proje kamuoyunda yeterince tartışılmadan, yeterince bilgi verilmeden, ilgili kurumlara fikir sorulmadan oldu-bittiye getirilmektedir.

Sigortamız Montrö Antlaşması

                Türkiye'nin şu anda uluslararası hukuk açısından ne kadar yalnız olduğu ortadadır. Bu durum AKP iktidarının duygu ikliminden akıl çizgisine gelemeyen dış politikasından  kaynaklanıyor. Şimdi biz bu yalnızlık tablosuna yeni bir ihtilaf ekliyoruz. Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin barış zamanında bu denizde bulundurabilecekleri savaş gemilerinin toplam tonajları ve kalış süreleri Montrö Sözleşmesiyle sınırlandırılmıştır. Bu devletlerin savaş gemileri hangi amaçla olursa olsun Karadeniz'de 21 günden çok kalamaz. Bu sınırlamalar Kanal İstanbul bakımından uygulanamaz. Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemileri barış zamanında bu sınırlamalara bağlı olmaksızın Kanal İstanbul'dan geçerek Karadeniz'e girebilir ve istedikleri kadar kalabilirler.

                Kanal İstanbul Projesi vesile kılınarak Montrö Sözleşmesi'ni tartışmaya açmak Türkiye'nin aleyhinedir. Kanal sadece coğrafi ve çevre etkileri bakımından değil uluslararası hukuk açısından da önemli kavgalara gebedir. Mevcut uygulamanın yeterli gelir sağlamadığını kanalla geçişlerden daha büyük gelir sağlanacağını düşünmek hayaldir. Parasız boğaz geçişi varken illa paralı yoldan geçin demek gibi bir imkana sahip değiliz. Kanal kazıldıktan sonra İstanbul ve Trakya sadece köprülerle birbirine bağlanabilecektir. Bir savaş durumunda hasım ülkelerin ilk hedefi bu köprüler olacaktır. Böylece İstanbul ve Trakya arasında askeri ve sivil geçişler çok zor hale gelecektir. Kapsamlı olarak düşünülmeden alınabilecek kararlar orta ve uzun vadede ülkemiz için tahmin edilmeyecek felaketlere sebep olabilir. ABD'nin Karadeniz'e açılmaması için sigortamız Montrö Antlaşması'dır. Montrö'yü yaralayacak bu girişime vücut vermek hangi aklın ürünüdür?  

                Böyle büyük projelerin yapılabilirlik araştırmaları uzun seneler süren incelemeler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu uzunluğun sebebi de her türlü bilim dalının görüşlerinin alınmasıdır. Karadeniz ve Marmara denizini birleştiren bir su yolu planlanırken deniz bilimlerinin de görüşünü almak elzemdir. Çünkü ortada iki denizi birleştiren bir proje vardır. Marmara Denizi üstteki 25 metresi az tuzlu Karadeniz suyundan ve onun altında da tamamen Akdeniz'in tuzlu ve yoğun sularından oluşur. Bu iki tabaka lodos rüzgârları olmadığı zaman zeytinyağı ile su misali birbirine karışmaz, Karışım sadece Boğaz'dan jet hızıyla çıkan Karadeniz suyunun Marmara Denizi'ne yayılışı sürecinde yıl boyunca olur. Karadeniz'den İstanbul Boğazı'na 70 m. kalınlıkta giren Karadeniz suyu Salacak önlerinde 15 metreye sıkışır ve hızla Marmara Denizi'ne boşalır. Bu su hareketleri balıkların yiyecekleri besinlerin meydana gelmesini de sağlar. Marmara'da yegane oksijen kaynağı Çanakkale Boğazı'nın altından buraya giren yoğun ama bol oksijenli sulardır. Bu oksijen kaynağı ne yazık ki Marmara Denizi'nin alt tabakasını yeterince besleyemez. Deniz solunum zorluğu çeken bir yapıdadır. Bu yapıya ikinci bir kanal ile müdahale edilirse ikinci bir jet akıntının yaratacağı ek organik yük, alt tabakada zaten tükenmekte olan oksijenin zaman içinde tamamen yok olmasına sebep olacaktır. (Prof. Cemal Saydam)Kanalın müdahalesi ile Karadeniz suyu bolca akacak Marmara Denizi onun yaratacağı ek oksijen ihtiyacını karşılamakta aciz kalacaktır. Bu yokluk en sonunda halk arasında çürük yumurta olarak tarif edilen Hidrojen sülfür gazının oluşmasına sebep olacaktır. Bu olay gerçekleştiği zaman geri dönüşü olmaz. Alt tabaka oksijenden yoksun kalır ise Boğaz boyunca alt tabakanın üst sulara karıştığı yerlerde boğaz akıntılarının kokusu sebebiyle tüm İstanbullular ve Marmara Denizi'nde yaşayanlar için hayat çekilmez hale gelebilecektir.

Doğal hayat yok olacak

                Kuş göç yolu bitecek ve bilhassa leyleklerin seçtiği bu yol üç köprü, yeni hava limanı ve Kanal İstanbul nedeniyle çalışamaz hale gelecektir.

                Arkeolojik  değerler hesaba katılmadığı için büyük kayıplar yaşanacaktır.

                Bu proje İstanbul'un su ihtiyaçlarını karşılayan Trakya ormanlarından İstanbul'u besleyen yeraltı su kaynaklarının tamamının önünü set şeklinde kesecektir. İstanbul bu su kaynaklarından beslenme imkânını kaybedecektir. Kentin nüfusu 21 milyona geldi. Yeni yapılacak hava limanıyla şehre 1,5 milyon daha nüfus eklenmesi bekleniyor. Bu problemler varken kenti besleyecek su havzalarını ve ana su havzalarını bıçak gibi kesecek kanal projesi nereden çıkmıştır?

                Görüldüğü gibi doğal kaynaklar, su havzaları yok oluyor, yapılaşma akıl almaz biçimde artıyor. Projede vahşi hayvanların geçmesi için üç köprü öngörülüyor. Dünyanın neresinde vahşi hayvanlara köprüden geçmelerini gösteren bir uygulama var? Bunun manası Marmara Denizi'nde oksijen yokluğundan balıklar ölürken, ormanların tahribi sonucu doğal hayatın yok olmasıdır.

                Ekonomik açıdan bu proje tam bir intihardır. AKP'nin uyguladığı üretimi terk eden ithale dayalı ekonomik sistemle uzun süreli bir ekonomik kriz yaşayacağız. Mevcut borçlarımıza ilaveten bu proje için yurt dışından 65 milyar dolar para bulmamız gerekiyor. Proje üretimi planlamıyor, yeni fabrikalar kurmuyor, teknoloji geliştirmiyor. Neticede inşaat rantı dışında her hangi bir getirisi yok. Üretmeyen bir ülke için 65 milyar dolarlık bir borç kendini ölüme mahkûm etmektir. Türkiye son 10 yılda 700 milyar doların üzerinde dış ticaret açığı verdi. 164 ülkeden tarım ürünü ithal ediyoruz. 65 milyar dolarla AKP'nin bütün ekonomik yanlışlarını düzeltecek bir ekonomi programı yapmak ve uygulamak mümkündür.

                Evet liderlerin, siyasi partilerin adlarını yaşatacak eserler dikmeleri akla, bilime, hesaba dayanması şartıyla güzeldir. Bunları bir kenara iter, çılgın projeler bayraktarlığı yaparsanız sadece ve sadece felaketler zincirinin mimarı olursunuz.

Yazarın Diğer Yazıları