Çocuğum yüzme bilmiyor

Son günlerin en iç sızlatıcı tepkilerinden biri bu oldu benim için. Çamurun altında yatan gençlerden birinin annesi, o bilmem kaç yüz tonluk suyu duyunca böyle demiş.
Çocukcağız yüzme bilmeden, öğrenmeden, yüzmenin sefasını deniz kıyılarında sürmeden gitti. Anne de herhâlde dizlerini dövenler arasında şaşkınlıkla olan bitene bakıyordur.
........
Dünyanın bütün teferruatını bırakarak gitti. Danslar, tuvaletli kadınlar, bilmem kaç yüz metrelik rezidanslar. Onca ölümler, asansör kazaları, peş peşe gelen kömür madeni faciaları... Ve çocukları ve karısını bırakarak gitti.
Üç aydır da maaşını alamadan gitti üstelik.
Televizyon haberlerinde o bakan üçlüsünü gördükçe ürperiyorum. Taner Yıldız’ın sakalları, diğerlerinin utangaç utangaç bakışları. Ve her seferinde söyledikleri aynı şeyler. Bir cehennem ülkesinde yaşadığımız izlenimini silemiyor. Teftiş yok, müfettiş yok. Orada çalışanların bu işe vakıf olup olmadıklarına dair bir belirti yok. Bir uzman, bitişik galerideki suyun akmasını engelleyici topuk adlı bir tıkacın, nasıl kaldırıldığını anlatıyordu.

***

Bütün bunlar olurken Atatürk ve geriye bıraktıklarıyla, kurumlarıyla uğraşan bir iktidar. Çankaya’da oturmazmış, Atatürk resmi asmazmış, bayrak koymazmış, T.C.’leri sevmezmiş... Hadi bunlar kapris diyelim. Ya üstü örtülen yolsuzluk dosyaları. Başbakanlığa bağlı bir şeyin adını duydum mu ürperiyorum. AFAD, başbakanlığa bağlıydı mesela. Maden ruhsatları başbakanlığa bağlı. Daha neler var başbakanlığa bağlanmış. Başbakanlığa bağlanmayan bir şey yok. Özellikle para getiren şeyler. Türkiye, iyiden iyiye cehenneme koşuyor. Kupon arazilerin paylaşılması, kıyılardaki sit alanı yasaklarının kaldırılması, Anadolu’nun ve İstanbul’un en güzel yerlerindeki arsaların; bu da benim, bu da benim diye yağmalanması. Hiç böyle şey görmemiştik.
Bir tek kitap okumayan, bir tek hikayenin konusunu bilmeyen, Mehmet Akif’ten başka kimsenin şiirinden haberi olmayan, ağaç gördü mü babalanan, ille bu ağacı keseceğim diye harekete geçen bir hastalıklı ruh hali.
Bununla beraber ümit verici şey çok. İlahi diyalektik. Bunları yapanların karşısına çadırlarında yağmur altında yatan gençler çıkarıyor tarih. Gezi direnişinde kendisini TOMA’ların önüne atan gençleri çıkardığı gibi. Beri yandan başka güzel bir şey oluyor. Atatürk’ün, Yunan top sesleri Ankara’dan duyulurken Meclis’i kuruşu ve müzakerelere başlayışı gibi. Öcalan’la yapılan müzakereler değil bunlar. Sonunda Başkumandanlığı, Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine devretmek gibi isabetli bir kararın alınması.
İşte böyle bir senaryo. Ve senaryonun sonu, aynı o zamanki gibi milli hükümetin kuruluşu olacak. Zor değil. İşte bir kere kurulmuştu, gene kurulacak. Türkiye’nin okumuşlarının, aydınlarının bir senedir gösterdikleri gayretin sonucu alınacak. Milli hükümet kurulacak ve bu sevgisizliğin, kayıtsızlığın, beceriksizliğin hesabı sorulacak.

***

Ah annecik. Oğlun yüzme de bilseydi çamurun altında kalacaktı... Allah kendi güzel sabrından versin.

Yazarın Diğer Yazıları