Cönklerin tozlu sayfalarında unutulan ve namelerini arayan Zile türküleri -1-
Yazının bulunmasından önce her ulusta olduğu gibi Türk ulusunda da oldukça güçlü sözlü edebiyat geleneği vardır. Bu edebiyat geleneğinin ürünleri şölen, yuğ, sığır vb. adlarla anılan törenlerle yaygınlaşmış ve topluma mal olmuştur. Şaman, kam, oyun baksı, ozan gibi adlarla anılan kişiler ilk edebi türlerin üretici ve uygulayıcılarıdır. İlk şiirleri oluşturup kopuz adı verilen sazı devreye sokarak yarattıkları müzikli söyleyişler türkülerimizin ilk biçimlerini oluşturmuştur. Bu nedenle türküler edebiyatımızın ilk ürünleri sayılmalıdır.
Kam, baksı, ozan gibi sanatçılar müzik eşliğinde oyun türküleri ve şiirler okurken konu olarak kimi zaman efsanevi olayları, kimi zaman da dini ve toplumsal konuları dile getirerek ta başında türküleri şekillendirmişlerdir.
Şekillenen bu türküler, değişik Türk kavimlerinde aynı şeyi ifade etmek üzere farklı adlarla anılmıştır. Türkü için Azerbaycan’da mahnı, Başkurtlarda halk cırı, Türkmenlerde halk aydımı, Kırgızlarda eldik, Özbeklerde halk koşigi, Uygurlarda nahşa gibi sözcükler kullanılmıştır. Değişik Türk boylarında farklı sözcüklerle ifade edilen türkü kavramının Türk’e özgü anlamına gelen Türkî sözcüğünden türediği görüşü yaygındır. Türkü için yapılan bütün tanımlar da bu ortak noktada birleşmektedir.
Türk halkı Orta Asya’daki sosyal yaşamından kaynaklanan müzikten hiç kopmamış, halka halka genişleyip çeşitlenen ve yeni biçimlere bürünen müzik zevki hep varlığını korumuştur. Oyunlarda, düğünlerde, şölenlerde, savaşlarda hep müzik yerini almış, duygu ve düşünceleri kamçılayıcı görev üstlenmiştir. Türk halkının her gittikleri yere bu geleneği taşıdıkları gerçeği, Anadolu’nun yanı sıra Balkan türkülerinin canlılığında sergilenmektedir.
Türkler İslamiyeti kabulle, sazın ana yapısını bozmadan tür ve sistemlerini geliştirerek sesi, sazı ve ezgisiyle İslamiyete dayalı Türk müziğini oluşturmuşlardır. İslamiyete dayalı Türk müziğinin bünyesinde şiirimiz yeni bir şekle girmiş, ilâhi, âyin, tapuğ, hikmet, münacat, devriye vb. dini, tasavvufi türler ortaya çıkmıştır. Mevlevîler, tasavvuf müziğini kuralcı topluluk müziğinin bir kolu olarak almışlar, Türkçe sözlü âşık müziğine âyinlerde yer vermeyip âşığı tekkelerin dışına itmişlerdir. Âşıklara Alevi ve Bektaşi tarikatları sahip çıkarak edebiyatımızda deme, nefes, şathiye, duvaz gibi yeni türlerin oluşmasına neden olmuşlardır. Bunların yanı sıra din dışı konulardaki âşık şiiri de güzelleme, taşlama, ağıt koçaklama adları altında şekillenmiştir. Türkü ise topluluk içindeki acıları, sevinçleri, aşkları konu alan ve her çeşit şiir biçimiyle, uzun ya da kırık hava şeklinde söylenen en yaygın halk müziği türü olarak gelişimini sürdürmüştür.
Türküler, halkın ve yaygınlık kazandığı yörenin sosyal yaşantılarını, kültürlerini, acılı ve sevinçli günlerini, özlemlerini, toplumsal olayları dile getirip duygularını canlandırır. Toplumun iç dünyasını harekete getiren ve hayat boyu yaşanan olaylara dayanan türküler bu özellikleri ile uzun bir zaman dilimi içinde oluşma özelliğine sahiptirler.
Bu nedenle türküler bazen tarih vesikaları kadar değerli olabilmekte, tarihi konu edinen türküler o devrin bilinmeyen olaylarını, halkın bu olay karşısındaki durumlarını sergilemektedirler.
Dertlerimize yoldaş, gizli sevdalarımıza sırdaş olan türkülere ilgimiz gençlik hatta çocukluk yıllarımızda başlar. Ne zaman bir köy türküsü duysak içimiz burkulur, nice anılar depreşir yüreğimizde.
Anadolu halkı türkülerle yatmış, türkülerle kalkmış, acısı sevdası dillere destan olup dört bir yana yayılmıştır. Anadolu insanı çocuğunu türkülerle büyütür. Anaların beşik ardında ünlediği ninniler, nice özlemleri, nice dilekleri dile getiren namesi kendine özgü sazsız türkülerdir.
Anadolu’da genç, bağlamasıyla yoldaş olup sevdalarını, sırlarını telin ucundan seslendirir. Yaşamın her aşaması türkülerde en çarpıcı ifadelerle yansır.
Acı günlerde ağıt, evlenmelerde kına türküsü, kahramanlık günlerinde koçaklama, yaşamın çeşitli durumlarında gurbet türküsü, iş türküsü, hapishane türküsü olup oyar yürekleri. Kimi zaman esen yelden, kimi zaman turnalardan yararlanır sesinin ulaşması için dilediğine. Türküler, halkın yaşam savaşının dile ve tele dökülen yansımasıdır. Halkımız türkülerle ağlamış, türkülerle gülmüş, yüreğini türkülerle dışa vurmuştur.
Türküler genellikle bir olay sonucu doğar. Önemli bir olay sonucu duygulanma türküyü yaratır. Bu nedenle her türkünün bir hikâyesi vardır.
Cahit Öztelli'nin dediği gibi "Beşikten mezara kadar her türlü günlük yaşantı olayları türkü yakılmasına neden olabilir."[1] Hızır Paşa'nın Pir Sultan'ı zindana attırması olayı;
"Yürü Bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır"
türküsünü, 1315 doğumluların Kurtuluş Savaşı'na gidişleri;
"Hey Onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı"
türküsünü, bir ananın bebeğinin çamdan yapılmış bir beşikte yitirmesi olayı;
"Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan"
türküsünü, küçük bir çocukla evlendirilen genç kızın olayı;
"Sabah olur çocuk gider oyuna
Oynar oynar taş doldurur koynuna"
türküsünü, Kızılırmak'ta bir gelinin boğulması olayı;
"Kızılırmak nettin allı gelini"
türküsünü yaratan olaylardandır.
Türkünün doğuşuna neden olan olay kimi zaman gerçek ve yaşanan bir olay olduğu gibi kimi zaman da özlem, yurt sevgisi, doğa sevgisi, dini duygular ve kahramanlık duygularının ön plana çıkması sonucu da olmaktadır. Kimi türküler de halk hikâyelerinden ve âşıklardan halka geçmekte, bir süre sonra türküdeki kişisel izler silinip halkın ortak malı olmaktadır. Âşık Garip, Kerem ile Aslı, İlbeylioğlu gibi halk hikâyelerindeki bazı türküler bunlardandır.
Hikâyeleri bilinen pek çok olaylı türkü vardır. Bunlardan; Elazığ türkülerinden Çayda Çıra Yanıyor, Boş Beşik, Muğla türkülerinden Ormancı (Çıktım Belen Kahvesine) ve Bodrum Hâkimi, Bitlis türkülerinden Bitlis’te Beş Minare, Bolu türkülerinden Halimem, Fatsa türkülerinden Hekimoğlu, Ankara türkülerinden Misket, Nazilli türkülerinden Yörük Ali, Malatya türkülerinden Fırat Kenarı, Sarı Kurdelem, Kastamonu türkülerinden Sepetçioğlu, Sivas türkülerinden Kızılırmak, Silifke türkülerinden Ham Çökelek, Muş türkülerinden Havada Bulut Yok, Tokat türkülerinden Bağa Gel Bostana Gel ve Minarede Taş mı Olur, Almus türkülerinden Burçak Tarlası, İzmir türkülerinden İzmir’in Kavakları sadece birkaçıdır.
Kimi türküler de başka yörelerde yakıldığı halde olayla ilgili bir yer adı geçmesi nedeniyle o yöreye bağlanmaktadır. Örneğin, Bursa’nın Ufak Tefek Taşları türküsü Bursa türküsü değildir. Yine Bursa’da yakılan Cezayir Türküsü Cezayir’e bağlanmamalıdır. Kastamonu’da yakılan Çanakkale İçinde Vurdular Beni türküsü Çanakkale türküsü olmadığı gibi Zile’de yakılan Hey Onbeşli Onbeşli türküsü de Tokat türküsü değildir. Türkünün yakıldığı yer ve o yerdeki olay, olayın hikâyesi önemlidir. Türküyü il bazına bağlamak doğru değildir. Bu günün ilçesi yarının ili olmaktadır.
…..
[1] Cahit Öztelli, Halk Türküleri Evlerinin Önü, 2. bas. İst. 1983, s.13