AKP iktidarı -tarihî şuursuzlukla- iktidara gelişlerinin 16. yılında Türkiye'nin yönetim biçimini değiştirdi.
"Cumhuriyet rejimi"nin yerine denetimsiz yetkilerle donatılmış "tek adam rejimi"nin getirilmesiyle kuruluşunun 95. yılında Cumhuriyetimiz derin bir yara almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti; 24 Haziran 2018 seçimlerinden itibaren "tek adam rejimi"nin gölgesi altındadır.
Dolayısıyla... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekası noktasında "Cumhuriyet rejimi"nin yeniden tesis edilmesi gereği hasıl olmuştur.
"Bu"; aynı zamanda vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının üzerine düşen "tarihî" ve "vicdani" bir vazifedir.
Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılında...
"Cumhuriyet rejimi"nin yeniden tesisi bakımından 28 Mayıs 2023'te yapılacak ikinci tur Cumhurbaşkanı seçimi; Türkiye'nin ve Türk milletinin geleceği açısından tarihî bir önem arz etmektedir.
İşte bu yüzden... 28 Mayıs 2023 seçiminde kullanacağımız her "oy"un "tarihî" ve "vicdani" sorumluluğunu taşıyacağız...
Üstelik bu sorumluluk, sadece bugünün de değil; çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve dolayısıyla da çocuklarımızın, torunlarımızın aydınlık geleceği açısından önümüzdeki yüzyılın sorumluluğu olacaktır.
***
Başından beri, Cumhuriyet'in değer ve niteliklerini reddeden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP); yaklaşık 21 yıldır bu ülkeyi tek başına -liyakatsiz- yönetiyor, yönetmekte...
İktidara geldikleri ilk günden itibaren Atatürk ve laik Cumhuriyet ile bir hesaplaşma içine girdiler.
Nedense, fıtratları Atatürk'ü, laik Cumhuriyeti ve Millî Mücadeleyi bir türlü kabul etmiyor.
İktidarları süresince Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm kazanımlarını ve temel niteliklerini birer birer yok etme gayreti içinde oldular.
Cumhuriyet karşıtı, anti-laik, bilimden ve akıldan uzak dinci ideolojilerini topluma yaymak için, her vesilede dini siyasete alet ettiler.
Ve hedefledikleri "din devleti" yolunda bir karşı-devrim hareketi başlattılar.
Atatürk'ü, laik Cumhuriyeti ve Millî Mücadeleyi hedef aldılar.
Ve sonrasında iktidarın tüm icraatları ve söylemleri hep bu yönde oldu.
***
"Tarihî şuursuzluk", benzer tarihleri yaşatır.
Yüzyıl/yüz küsur yıl öncesine giderek "saltanat rejimi"/"tek adam rejimi" ile yönetilen Osmanlı'daki tarihî olayları ve gelişmeleri kısaca hatırlayalım...
Osmanlı'da hükümranlık padişahın elindeydi; ülke/devlet tek kişi tarafından yönetiliyordu.
"Tek adam yönetimi"nde, eğer yöneten kendi ikbalini ülke çıkarlarının önüne koyar, basiretsiz ve korkak davranırsa ülkesini yabancı güçler tarafından işgale açık hale getirir.
Biz "bu durumu" yakın tarihimizde, VI. Mehmet Vahdettin'in padişahlığı döneminde yaşadık.
Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminde emperyalistler karşılarında sadece kendi tahtını/saltanatını düşünen gaflet ve dalalet içinde bir Osmanlı Padişahı buldular.
Yani "tek adam yönetimi"nde, karşılarında direnecek bir kişi/bir devlet yoktu...
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ile emperyalistlere İstanbul'a ulaşmak için yeni bir fırsat doğmuştu.
Çanakkale'yi terk etmek zorunda kaldıkları 9 Ocak 1916 tarihinin üzerinden 2 sene 10 ay geçmişti. Daha şehitlerimizin kanı kurumamıştı.
Ege'de bekleyen İtilaf donanmasına ait savaş gemileri bu kez güle oynaya boğazlardan geçerek 13 Kasım 1918'de Dolmabahçe Sarayı'nın önüne kadar gelip demir attılar ve toplarının namlularını kente ve saraya doğru çevirdiler.
Adeta Osmanlı'ya karşı büyük bir gövde gösterisinde bulundular.
Maalesef ki, o gün kahredici bir gündü...
Sirkeci, Galata Köprüsü, Karaköy, Tophane, Dolmabahçe kıyı hattı boyunca toplanan asırlarca birlikte yaşadıkları Türklere (Türk komşularına) meğerse içten içe düşmanlık beslemiş binlerce Rum, Ermeni ile yerli iş birlikçiler; donanmayla gelen işgal kuvvetleri askerlerinin İstanbul'da karaya çıkışlarını bayram havası içinde "yaşasın" nidaları ve alkışlarla karşıladılar.
İşte, "bu"; hiç unutmamamız gereken çok hazin bir fotoğraf karesi...
Çünkü bu fotoğraf, Türkiye'nin içerden ve dışardan kuşatılmışlığının bir fotoğrafıydı.
Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul, artık fiilen işgal altındaydı...
Vatanına ve toprağına bağlı her insan için azap verici bir durumdu, "bu"...
İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin İstanbul'un cadde ve sokaklarında gittikçe artan yürüyüşleri, adeta bir güç gösterisi haline gelmişti.
Bütün bu yaşananlar insanın onuruna dokunuyordu elbette...
Ama bu olanlar karşısında...
Saray sessiz...
Hükümet biçareydi...
Dolayısıyla "devlet onuru" yitirilmişti.
"Tarih"; Çanakkale'den sonra 13 Kasım 1918'de bizi, tüm insanlık değerlerini yitirmiş emperyalizmle/emperyalistlerle bir kez daha karşı karşıya getiriyordu.
***
Sevr'de de açıkça belirtildiği üzere... Emperyalist devletler Doğu Anadolu topraklarında Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulması konusunda fikir birliği içindeydiler.
Bütün bu parçalanmış Türkiye tablosu içerisinde emperyalist devletler; Türkleri, Ege Denizi ve Akdeniz'e kıyısı olmayan sadece Karadeniz'e küçük bir kıyısı bulunan, etrafı düşmanlarla çevrili, Orta Anadolu topraklarında kendilerine emir kulu olarak yaşamaya mahkûm etmek istediler.
Başka bir deyişle, Türklere hür ve onurlu yaşama hakkı tanımıyorlardı.
Emperyalistlerin asıl amaçları ise; Türk nüfusu zaman içerisinde eritip, Türkleri tarihten silmekti...
***
Padişah VI. Mehmet Vahdettin yenilgiyi çoktan kabul etmiş, o ve Damat Ferit Paşa hükûmeti acz ve teslimiyet içerisindeydi.
Ordu dağıtılmış, silahlarına el koyulmuş Osmanlı Devleti artık çökmüştü.
Padişah Vahdettin sadece kendi saltanatını koruma peşine düşmüş, çareler aramaktaydı.
İngilizlerden medet umuyordu.
Emperyalistlere göre "saltanat rejimi"/"tek adam rejimi" ile yönetilen bir ülkeyi kontrol etmek, "cumhuriyet rejimi" ile yönetilen bir ülkeyi kontrol etmekten çok daha kolaydı.
Bu yüzden emperyalistler, Atatürk'e ve millî harekete karşı Padişah Vahdettin'in arkasında olmayı tercih etmişlerdi.
***
İşte, bu koşullarda...
Osmanlı özlemi içinde olanlara hatırlatmak gerekir ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlar; bu ülkeyi Fatih Sultan Mehmet veya Kanuni Sultan Süleyman'dan ya da bir başka Osmanlı Padişahı'ndan devralmadılar.
Çökmüş, toprakları emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş, parçalanmak üzere olan dinsel-geleneksel bir imparatorluğun kalıntılarından, ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti yarattılar/Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdular.
"Bu"nun için de, "tüm insanlık değerlerini üzerlerinden sıyırmış" emperyalist devletlerle savaştılar.
***
Çanakkale'de doğan "ulus bilinci" ve bu bilincin yarattığı "Millî Mücadele" ruhu ile, topraklarımızı işgal etmiş olan emperyalist devletlere karşı bir "onur" ve "hak" savaşı olarak başlattığımız "Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi"; başta Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk ordusunun tüm komutanları, subayları ve askerlerinin büyük fedakârlıkları, cesaretleri ve vatanperverlikleri sayesinde kazanılmıştır.
Dolayısıyla...
Bir ülke/bir ulus için "bağımsız" ve "onurlu" yaşamak gibi yüce değerleri içinde barındıran Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla; Atatürk'ün önderliğinde emperyalizme/emperyalistlere karşı dünya tarihinin en onurlu, en haklı ve dolayısıyla en anlamlı zaferi kazanılmıştır.
Zira...
Bu zafer; bu ülkeyi/bu ulusu tamamen yok olma durumundan kurtaran bir zafer olmuştur.
Zira...
Bu zaferle, emperyalist devletlerin bize dayattıkları Sevr Antlaşması'nın maddelerini hükümsüz kıldık...
Zira...
Bu zaferle, vatanı ve milleti belirledik.
İşte, bu büyük ve anlamlı zaferin bir sonucudur ki; ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti/çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Dolayısıyla, hiç unutulmamalıdır ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin; savaş meydanlarında hayatları pahasına çarpışmış -ismi bilinen/bilinmeyen- ilk kurucuları; bu ülkenin asli kahramanlarıdır.
Sayelerinde bugünü yaşayan bizler; "onlara" sonsuz saygı ve minnet duymalıyız.
***
Mustafa Kemal Atatürk; 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti kurdu.
Cumhuriyet ile egemenlik padişahtan -tek bir adamdan- alınıp kayıtsız-şartsız millete verildi.
Atatürk; tam bağımsız bir ülkede insanların vatandaş/birey olarak barış ve refah içinde onurlu ve özgürce yaşamaları için rejim değişikliğinin gerekli olduğunu görmüştü.
Ama bazı silah arkadaşları saltanatın ve hilafetin kaldırılmasına razı değillerdi.
Yani Kurtuluş Savaşı'nı kazanmış Türk ordusunun başkomutanı olarak, Atatürk; eğer isteseydi padişahın yetkilerini alabilirdi.
Ama Atatürk'ün öyle bir ulu "insan" yanı vardı ki, O'nun diktatör olmasına izin vermiyordu.
***
Bu manada Atatürk'ü tanımak, bilmek gerekir...
Karakterinde çok üstün insani değerleri/nitelikleri ve ideal ahlaksal vasıfları barındıran Mustafa Kemal Atatürk; "insan" yanı çok güçlü bir kumandan, bir devlet adamı, bir liderdi.
O'nun Türkiye ve Türk milleti için verdiği tüm mücadele ve savaşların ve çağdaşlaşma yolunda yaptığı tüm devrimlerin temelinde daima "insan" ve "insanlık olgusu" olmuştur.
Atatürk; "yurtta sulh, cihanda sulh" derken, insanların hak ve özgürlüklere sahip birer birey ve vatandaş olarak birlik ve beraberlik içinde yaşadıkları ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız bir Türkiye ile, milletlerin savaşmadan dostça barış içinde yaşadıkları bir dünyayı tasavvur ediyordu.
"Bu"; O'nun insanlık için idealiydi.
Savaşın ne demek olduğunu çok yakından bilen Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Savaş kaçınılmaz olmalıdır; bir ulusun hayatı söz konusu olmadıkça cinayettir." sözü O'nun çok güçlü "insan" tarafını bize bir kez daha gösteriyordu.
Oysa tüm emperyalist savaşlar insanlık dışıdır.
Ve emperyalist devletlerin başkanları da "insanlık değerlerinden sıyrılmış" kişilerdir.
İnsanları bile bile savaş meydanlarında ölüme gönderen emperyalist devletlerin başkanları, liderleri, şahsiyetleri ve icraatlarıyla bize hep insanın en acımasız, en onursuz halini göstermişlerdir.
Özetle söylemek gerekirse...
Gelmiş-geçmiş ve bugünün devlet başkanları ve liderleri arasında Atatürk gibi "insan" yanı çok güçlü başka bir devlet başkanı ve lider yoktur, olmamıştır.
***
Askerî dehası ve üstün liderlik vasıfları ile Mustafa Kemal Atatürk; Türkiye ve Türk milleti için tarihî ve hayati bir şans olmuştur.
Eğer biz, Atatürk'ü; ülkesi için yapıklarını, yapmak istediklerini ki, düşüncelerini/söylemlerini çok iyi tahlil edip de anlayabilmiş olsaydık, O'nun bıraktığı noktadan hareketle O'nun işaret ettiği yolda ilerleyebilseydik, bugün gelmemiz gereken noktada dünyanın özne ülkelerinden biri olurduk...
Maalesef ki, değiliz!..
***
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran nesil; Osmanlı İmparatorluğu'nda zor yıllara doğdular...
Osmanlı saltanatının aczi ve teslimiyetinin bedelini, onlar savaş meydanlarında emperyalistlere karşı canları pahasına savaşarak ödediler...
Sonsuz saygı ve minnet duymamız gereken, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtuluşu ve kuruluşu yaratan Osmanlı'nın son dönem kuşağına bir "sadakat borcu"muz var...
Onların, bugünü yaşayan bizler için verdikleri ölüm-kalım savaşlarını içimizde hissederek anlamaya çalışmalıyız.
İnsanlara sorsanız, pek çoğu çocukluklarını ve gençliklerini yeniden yaşamak ister.
Ama bakın, Atatürk üzerine çalışmaları ve kitapları ile tanınan gazeteci, yazar Falih Rıfkı Atay (1894-1971); "Batış Yılları" adlı kitabının -kendi kuşağını betimlediği- ön sözünde bu konuyla ilgili neler söylüyor?..
"Biz Osmanlı İmparatorluğu'nun son çocuklarıyız.
(...)
Bu sayfalarda çocukluğumun ve ilk gençliğimin havasını teneffüs ettirmek üzere sizleri elli, elli beş yıl gerilere götürmek istiyorum. 1918'e kadar geçmişin hatıralarını, durmadan ve son dakikaya kadar uslanmadan ve ayılmadan ödeyen bir nesil olduk. Hiçbirini kendi işlemediğimiz günahların acı ve ağır azaplarını biz çektik. Bugün ve yarın için faydalı dersler verebilecek ölüm kalım imtihanlarından geçtik.
Ömürlerini yeniden yaşamak isteyenler çoktur. Bizim kuşaktan ömürlerini tekrarlamaya cesaret edenler bulunabileceğini pek sanmıyorum. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından yirminci yüzyılın ikinci dekadına doğru nasıl olup da tarihin mezarına gömülmeden atlayabildiğimize hâlâ şaştığım kara günleri duygulu bir Türk bir daha yaşamak değil, hatırlamak bile istemez.
Maksadım bugünün ve yarının gençlerine batış ve dağılış yıllarının hikâyelerini anlatmak ve onları Türkiye'nin geleceği üzerinde daha uyanık tutmaktan ibaret."
***
Benim bu alıntıyı yapmamdaki amacım; 28 Mayıs 2023 -ikinci tur- Cumhurbaşkanı seçimine giderken, başta Atatürk olmak üzere kurtuluşu ve kuruluşu yaratan Osmanlı'nın son dönem kuşağına olan "sadakat borcu"muzu, seçmenlere özellikle de Z kuşağına hissettirebilmekti.
***
28 Mayıs 2023 -ikinci tur- Cumhurbaşkanı seçiminden "tek adam rejimi"nin devamı yönünde bir sonucun çıkması ne anlama gelir, ne demektir?...
"Bu"; Çanakkale Savaşı'nı ve Millî Mücadele'yi yok haline getirmek demektir.
"Bu"; Türkiye'yi 104 yıl önceye, 1919'a geri götürmek demektir.
"Bu"; 1922'de emperyalist devletlere karşı kazanılan dünya tarihinin en haklı, en onurlu zaferinin anlamını yitirmesi demektir.
"Bu"; Türkiye'yi emperyalizmle/emperyalistlerle bir kez daha karşı karşıya getirmek demektir.
***
Kuruluşunun 100'üncü yılında;
"Tek adam rejimi"nin gölgesi altındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin muhafaza ve müdafaası; vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının üzerine düşen "tarihî" ve "vicdani" bir vazifedir.
Bu noktada, "Cumhuriyet rejimi"nin yeniden tesisi için 28 Mayıs 2023 -ikinci tur- Cumhurbaşkanı seçimi; "tarihî" bir önemi haizdir.
İşte, bu yüzden, bu seçimde kullanacağımız her "oy"un "tarihî" ve "vicdani" sorumluluğunu taşıyacağız.
Üstelik bu sorumluluk, sadece bugünün değil; çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve dolayısıyla da çocuklarımızın, torunlarımızın aydınlık geleceği açısından önümüzdeki yüzyılın -hatta yüzyılların- sorumluluğu olacaktır.
***
Vatanına ve milletine bağlı her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı; üniter yapısı ile çağdaş, laik, demokratik sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası noktasında; "tarihî" ve "vicdani" bir vazifenin idraki içinde, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlara var olan "sadakat borcu"nu unutmadan, antiemperyalist bir anlayışla... 28 Mayıs 2023 -ikinci tur- Cumhurbaşkanı seçiminde, "Cumhuriyet rejimi"nin yeniden tesisi yönünde "tarihî" bir karar vererek "oy"unu kullanacaktır.
Son olarak...
Atatürk'ün "Cumhuriyet rejimi"yle ilgili şu sözünü hatırlatmak istiyorum:
"Cumhuriyet, ahlâki fazilete dayalı bir yönetimdir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık korku ve tehdide dayalı bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi faziletli ve namuskâr insanlar yetiştirir."