Cumhuriyet ve demokrasi

Cumhuriyetin doksan birinci yılını kutlarken, aynı zamanda Cumhuriyetin eksiklerini nasıl aşacağımızı da düşünmemiz gerekir. Söz gelimi Türkiye’de demokrasi ayıbı olmasaydı, Cumhuriyeti daha coşkulu kutlardık.
Cumhuriyet yöneticilerin göreve getirilmesinde veraseti reddeden bir yönetim biçimidir. Halkın tercihlerine dayanan bir yönetim şekli olduğu için, daha demokratik bir sistemdir. Ne var ki demokrasi açısından aynı zamanda en fazla istismar edilen bir rejimdir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde yönetim, tek parti iktidarına dayanmaktaydı. Çarların saraylarında parti genel sekreterleri otururdu. Halkın tercihleri değil, Komünist Parti’nin tercihleri geçerliydi.
Libya Halk Cumhuriyeti’nde veraset yoktu ve fakat Kaddafi’nin yetkileri krallardan çoktu. Buna karşılık İngiltere’de monarşi var, ancak dünyanın en demokratik ülkesidir.
Önemli olan Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaktır. Demokrasi ise halkın demokrasi talebine bağlıdır. Halkın demokrasi talebi ise bir kültür ve bir bilinç meselesidir. İnançlar da demokrasi bilincini etkiler.
Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuranların hedefi, demokrasiye geçişi hızlandırmaktı. Bunu içindir ki İnönü, 1950 seçimlerinde kaybettiği zaman “Bu benim en büyük zaferimdir” demişti.
Genel anlamda bakarsak, dinler demokratik kültürünü desteklemiyor. Ancak bu durum dinler ve milletler itibariyle de değişiyor.
Dini referansla kurulmuş siyasi partilerde bile farklı anlayışlar var. Söz gelimi Hıristiyan demokrat partileri, muhafazakar bir anlayışa dayanır. Ancak Avrupa’dakiler Hristiyan ahlakı yanında, modern ve demokratik yönetimi hedef alır. Latin ülkelerde ise sol ideolojiye dönüşmüştür.
İslam’da da farklı kültürlerin ve farklı yaşam tarzlarının demokrasi anlayışı da farklıdır. Söz gelimi Filipinli Müslümanlar ile Suudilerin demokrasiye bakış açıları çok farklıdır.
Dünyada, 62 İslam ülkesi var. Bunların büyük çoğunluğu insan hakları ve demokratik özgürlükler açısından özgür olmayan ülkelerdir. Türkiye gibi birkaçı da yarı özgür statüdedir.
Uygulamada halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasinin olmayacağı denenmiş bir gerçektir. İslam’da demokrasinin önünü açan laiklik anlayışıdır. Laiklik aynı zamanda dinin siyasette bir araç olarak kullanılmasının da önünü keser. Laikliği farklı şekillerde tarif etmeye çalışanların gerçek hedefini de bu anlamda değerlendirmek gerekir.
Öte yandan yine laiklik anlayışının demokrasi içinde, dine değil, dini tahakküme ve istibdada ve insan istismarına karşı bir duruş olarak algılanması gerekir.
Laikliğin olmadığı bir Türkiye’de demokrasinin de olmayacağı çok açıktır. İslam dini bünyesinde, ibadet yanında sosyal ilişkileri yöneten yasaları da barındırır. Laiklik, hem dinin siyasi amaçla istismarını önler, hem de dinin devlet işlerinden ve yönetimden uzak tutularak daha saygın kalmasını sağlar.
Türkiye, 1980 öncesinde daha gelişmiş bir demokrasiye sahipti. Prensip olarak siyasette ön seçim vardı. 1980 sonrası isteyen siyasi parti ön seçim yapıyor. Bugün ön seçim yapamayan siyasi partilere karşı halkın hiçbir tepkisi olmuyor. İstisnasız tüm siyasi partilerde, ön seçim isteyen bazı insanlar ise  eleniyor.
Halkın yönetime katılmadığı, siyasi parti genel başkanları tarafından dayatılanları seçmesi, parti ve genel başkan diktasıdır. Türkiye’nin en büyük demokrasi ayıbıdır.
Eğer ön seçim zorunlu olsaydı veya siyasi elitler isteseydi, milletvekilleri ve belediye başkan adaylarını halk seçerek doğrudan yönetime dahil olurdu.
Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için önce parti içi demokrasinin gelişmesi ve halkın siyasette söz sahibi olması gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları