Cumhuriyetimiz ve kurucu irade / Prof. Dr. Ahmet Çolak

Cumhuriyetimiz  ve kurucu irade / Prof. Dr. Ahmet Çolak
Son yıllarda sistematik bir şekilde Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesi yok sayılmakta, bunun yerine saptırma gayretleri gerçekmiş gibi kamuoyuna sunulmaktadır.

Gelinen bu noktada Türk milletine ait olan egemenliğimize yeni ortaklar aranmakta, egemenlik adeta birileri ile paylaştırılmak istenmektedir. Tarihi gerçekler incelendiğinde, bunun böyle olmadığı görülmektedir.

Türk milletinin egemenliğinin nasıl tesis edildiğinin derinlemesine incelenmesinde yarar vardır. Bunun için öncelikle şu 4 soru sorulmalıdır:

1-Atatürk; Gençliğe Hitabe'sinde neden ve ne saikle; "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" dedi?

2- Ne mutlu Türküm diyene sözünü, niçin ve neden söyledi?

3-Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık bildirgesi var mıdır? Varsa bu nedir?

4-Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu yıllarda yabancılar devletin kurucularını nasıl tanımlıyorlardı?

***

30 Ekim 1918 de Mondros mütarekesi ile 1. Dünya Savaşı bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu için parçalanma ve tasfiye süreci fiilen başlamıştır. Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıktığı için savaşı kazanan devletlerce sınırları belirlenen irili ufaklı 17 devlete bölündü. Yeni kurulan bu devletlerden 15'i Müslüman'dı;  halifeliğin 1924'te kaldırıldığı düşünülürse, İslam dininin halifesi halen yaşıyordu. Bu Müslüman devletler, sadece bizden değil, islamın halifesini de yok sayarak ayrılmıştı. Yani İslam kardeşliği bizi bir arada tutmaya yetmemişti

Osmanlı ordusunda bulunan Türk olmayan subayların kahir ekseriyeti kendi soylarının sesini dinlemiş, yeni kurulan bu devletlerin genelkurmaylarını oluşturmuştur. Osmanlı Ordusunun, Yemen'deki paşası, savaş sonrası kurulan yeni Yemen devletinin sadrazamı yani başbakanı olmuştur. Nuri Sait Paşa ve diğer subaylar, Ragıp Paşa gibi paşalar ve diğer subaylar yeni kurulan Müslüman devletlerin silahlı kuvvetlerini teşkil etmişlerdir.

Bu husus son derece önemlidir, Osmanlı ordusunu terk ederek yeni ülkelere giden bu askerler, Atatürk'ün silah arkadaşlarıydı. Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sinde ifade edilen;

"Ey Türk istikbalinin evladı, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" sözleri bu düşünce ve saiklerle söylenmiştir.

Bu askerlerin sayısı hiçte küçümsenmeyecek bir orandadır. Osmanlı Ordusunun subay kadrosunun 5/3 ünü oluşturmaktadırlar. Şöyle ki: 1. Dünya savasına girerken Osmanlı Ordusunun subay sayısı yaklaşık 21 bindir. Bunlardan 4 bini savaşta şehit olmuş veya esir düşerek ordu dışında kalmıştır. Kurtuluş savasına katılan subay sayısı ise yaklaşık 4 bindir.

Osmanlı bürokratları da savaş sonrası Osmanlı askerleri gibi ülkeyi terk etmiş, soylarının sesini dinleyerek yeni kurulan bu devletlerin bürokrasisini oluşturmuştur.Somut örnekler verecek olursak Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve kısa bir süre başkanlığını yapan Mekke Şerifi Hüseyin savaş devam ederken İngiliz tarafına geçmiş savaş sonrasında da Arabistan'ın yeni kralı olmuştur. Şerif Hüseyin'in oğullarından Abdullah, Ürdün'e, Faysal da Irak'a kral yapılmıştır. Osmanlı Eğitmeni teorisyen ve siyasetçisi Mustafa Satı Bey'de Osmanlıdan ayrılıp yeni kurulan devletlerde Arap milliyetçiliği doğrultusunda teorisyenlik, müsteşarlık ve bakanlık yapmıştır.

Osmanlı vatandaşlarından kendisini TÜRK hissetmeyenler, hissettikleri doğrultuda yeni kurulan devletleri tercih etmişlerdir.

Bu durum bizim için son derece önemlidir.

Osmanlı vatandaşı olup da kendini Arap hissedenler, yeni kurulan; Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır gibi  Arap devletlerine göç etmişlerdir. Mardin, Siirt, Urfa da yaşayan Arap kökenli vatandaşların bir kısmı da kendisini yeni kurulan bu Arap devletlerine yakın hissetmiş ve buralara göçmüştür. Bunlardan bir kısmı ise kendisini Büyük Türk Milletinin bir parçası olarak hissetmiş yeni kurulan bu devletlere gitmeyerek ülkemizde kalmıştır.

***

Osmanlı Devletinin eski vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti kurulurken devletimize katılma konusunda özgür iradeleriyle bir seçim yapmışlardır. Bu seçim neticesinde gidenler gitmiş, kalanlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olarak yeni devlette yerini almıştır.

İşte Atatürk'ün "NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" sözü bu sürecin neticesi olarak söylenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini, TÜRKLER ve kendisini TÜRK HİSSEDEN az sayıda ki insan kurmuştur.

Kuruluşta katkıları olan kendilerini Türk hissedenlerin oranı bu gün ortalıkta gözüken abartılı rakamlar değildir. Bunların sayısı toplam nüfusun yüzde 10-12'sini oluşturmaktadır. 1927 nüfus sayımı bu gerçeği teyit etmektedir,

Bu nüfus sayımı, Türkiye Cumhuriyetinin ilk nüfus sayımıdır. Türkiye Cumhuriyetinin nüfusu 1927'de 13 kusur milyondu.

Gayrı Müslim nüfus 230 bindir.

Müslüman nüfus içerisindeki etnisitelere bakıldığında Kürt nüfus, bölücüve siyasal Kürtçülerin söylediğinin aksine sadece 1 milyon yüz bindir.

Bir başka deyişle yeni Türk devletini TÜRKLER kurmuştur. Atatürk ve arkadaşları, kuruluş esnasında kendilerine yardım eden her ne kadar sayıları yüzde 10- 12 olsalar bile kendisini TÜRK hissedenleri unutmamış, kuruluştaki yardımlarını; "Ne mutlu TÜRKÜM diyene" özdeyişiyle ifade etmiştir.

Ayrıca "Türk devletini kuran ahaliye TÜRK Milleti denir" tanımını 1924 anayasasında ANAYASAL metin haline getirmiştir.

***

BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİNE GİDEN YOLLAR

30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesini, takiben İstanbul, İngilizler ve onların müttefikleri tarafından işgal edildi. Osmanlı tebaasının temsil edildiği, içinde Arap, Ermeni, Rum gibi temsilcilerin de bulunduğu Osmanlı meclisleri padişah tarafından kapatıldı.

19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ile yeni devletin kurucu iradesinin temelleri atıldı. Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi ve ardından Sivas Kongresi ile bu irade şekillenmeye başladı. Sivas Kongresi son derece önemlidir. Bu kongrede TÜRK Milletini temsilen yeni bir meclis kurulması ve seçimlerin yapılaması kararlaştırıldı

Atatürk ve arkadaşları öncelikle TÜRK vatanının kurtarılmasını esas aldılar.

TÜRK VATANI NERESİDİR?

İşte bu sorunun cevabı Atatürk ve arkadaşlarına göre; "TÜRKLERİN oturduğu ve TÜRKLERİN yerleştiği yerler" vatandır. Erzurum ve Sivas kongrelerinde bu hususlar tartışılmış ve TÜRK vatanının sınırları belirlenmiştir. Sivas kongresinde alınan karar gereğince 9 Ekim 1919 da Meclisi Mebusan seçimleri yapıldı. 27 Aralık 1919'da Ankara'ya dönen Atatürk yeni seçilen bu milletvekilleri ile iki- üç kişilik gruplar halinde görüştü. Bu görüşmelerde Misak-ı Milli'nin içeriği kararlaştırıldı.

Son Osmanlı Meclisi Mebusan'ına, tüm Anadolu'dan, Musul'dan, Halep'ten ve Batum'dan milletvekilleri seçildi. Bu bölgelerin özelliği, TÜRKLERİN oturduğu ve yerleştiği yerler olmasıdır; yani bu meclis Osmanlının çok milletli imparatorluk meclislerinden çok farklıdır. Bu meclis 10 Ocak'ta ilk toplantısını yaptı 28 Ocak 1920 de Ahd-ı Milli adıyla (milli yemin) Misak-ı Milli'yi kabul etti. 17 Şubat 1920'de bu yemin yabancı parlamentolara, elçiliklere ve basına dağıtıldı.

Misak-ı Milli, hukuksal niteliği itibariyle bir parlamento kararıdır. Bu kararın, Osmanlı hukuku açısından tartışmalı olan varlığı, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi tarafından yasalaştırılmasıyla ortadan kaldırılmıştır. Bu bildirge, 18 Temmuz 1920'de Ankara'da toplanan TBMM gizli oturumunda da ele alınmış ve kabul edilmiştir. Böylelikle Misakı Milli, Milli Devletin temeli olmuştur.

Misakı Milli, TÜRK DEVLETİNİN adeta DOĞUM sertifikasıdır.

Türk Devletinin kuruluşunu esas alan bir belgedir; bu belgede belirtilen coğrafi sınırlarda yani TÜRKLERİN oturduğu ve de yerleştiği yerlerde ki vatan toprağında milli TÜRK devletinin kurulacağı tüm dünyaya ilan edilmiştir. Bu belgede bu devlet kuruluncaya kadar çalışılacağını, gerekirse savaşılacağına yemin edilmiştir ve and içilmiştir.

Misakı Milli bu yönü ile TÜRK MİLLETİNİN DÜNYAYA MEYDAN OKUMASIDIR. Bu yönüyle tam bir bağımsızlık bildirgesidir.

Atatürk'ten sonra onun izinden gittiğini söyleyenlerin aksine Misakı Milli basit bir harita çalışması değildir. Uğrunda ölünecek bir devletin kurulacağının dosta düşmana ilanıdır.

Misakı milli bu yönüyle Amerikan 1776 Bağımsızlık Bildirgesiyle büyük benzerlikler gösterir.

Bu benzerlikler Atatürk'ün 21 Temmuz 1923 te Ankara'da röportaj yaptığı Amerikalı Gazeteci Isaac Marcosson, ile yapılan röportajda açıkça belirtilmiştir.

Lozan görüşmelerinin sürdüğü henüz cumhuriyetin ilan edilmediği bir tarihte yapılan bu röportajda Atatürk, Marcosson'a şöyle der:

"Bizim Misak-ı Millimiz sizin bağımsızlık bildirgesine çok benzer. Misak-ı Milli sadece TÜRK ülkesinin işgalden kurtarılmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister;

O DA BAĞIMSIZLIKTIR, HEPSİ BU..."

Yani Misak-ı Milli Atatürk'ün ifadesiyle de bir bağımsızlık bildirgesidir. Misak-ı Milli'de, İstanbul'u işgal eden başta İngilizler olmak üzere tüm dünyaya meydan okuma vardır. Misak-ı Milli'nin, devletler hukuku yönünden önemi 1920 yılının sonlarından itibaren anlaşılmış ve kabul edilmiştir. Misak-ı Milli bağımsızlık bildirgesi olarak önceleri dikkate alınmamış, Sakarya savasından sonra İngiliz dışişleri bakanı Lord Curzon tarafından İngilizceye çevriltilmiştir. Böylelikle Türklerin ne istediğini anlamaya çalışmıştır. Misak-ı Milli, 16 Mart 1921 Moskova anlaşması ile SSCB tarafından tanınmış, Fransızlarla yapılan Ankara anlaşmasının 6 maddesinde Fransızlarca da kabul edilmiştir.

YABANCILARA GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCULARI

Gerek Atatürk'ün röportaj verdiği Isaac Marcosson röportajında, gerekse o tarihlerde yayınlanan gazete ve dergilerde, Atatürk'ten; "TURKHISH NATIONALIST LEADER"(Milliyetçi Türk lider), "LEADER OF TURKISH NATIONALIST" (Türk Milliyetçilerinin lideri) diye söz edilmektedir. Ayrıca Atatürk'ün arkadaşları için TURHISH NATIONALISTS (Türk Milliyetçileri) ifadesi kullanılmaktadır. Buradan da görüleceği üzere o yıllarda tüm dünyanın kabul ettiği gerçek, Türkiye Cumhuriyeti devletini Atatürk'ün liderliğini yaptığı, TÜRK MİLLİYETÇİLERİ kurmuştur.

 

Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK kimdir?

         1960 yılında Rize'de doğdu. 1976 yılında Lise'den  1983 yılında Tıp Fakültesinden Dönem Birincisi olarak mezun oldu.  1983-1985 yılları arasında Şanlıurfa Sağlık Müdürü olarak mecburi hizmetini yaptı.

          1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. 1986-1992 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalında  Nöroşirürji ihtisasını tamamladı.

        1993 yılında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı Öğretim Üyeliğine ve Üniversite Hastanesi Başhekimliği görevlerine atandı.

        1994-1995 yılları arasında Baylor Colloge of Medicine'de (Amerika Birleşik Devletlerinde Houston Texas Methodist Hospitalde) "Misafir Öğretim Üyesi" olarak çalıştı. Daha sona yurda dönerek İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde aynı görevleri yürüttü.

        1999 yılında Sağlık Bakanlığı Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Klinik Şefliğine ve Hastane Başhekimliğine atandı. 2006 yılında Başhekimlikten ve 2007 yılında Hastanedeki görevinden ayrıldı.

       Ağustos 2007 tarihinde Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına atandı. 3 yıl bu görevi yürüttü. Eylül 2010 tarihinde Üniversiteden ayrıldı. 

      Yurtdışı dergilerde yayınlamış 55 adet bilimsel yayını ve 3 adet kitap chapteri bulunmaktadır. Bu makalelere yapılan toplam 425 adet sitasyonu (atıfı) mevcuttur. Bilimsel "h" indexi 14 tür.

       Yurtiçi dergilerde ise 70 adet makalesi yayınlanmıştır. Ayrıca eşitli gazete ve dergilerde medikal ve paramedikal konularda çok sayıda makalesi yayınlanmıştır. Yurt içi ve yurt dışında pek çok ödüller almıştır.

       İngilizce bilen Dr. Ahmet Çolak evli ve 2 çocuk babasıdır.