Çuvaldan sonra “utanç koridoru” mu?

Yıllarca başarıyla uygulanan geleneksel dış politikasından uzaklaşıp, “mezhep” eksenli kararlarla, Orta Doğu bataklığına düşen Türkiye, gün geçtikçe derinliklere saplanıyor. Bölgenin sorunlu ülkeleri arasına giren hatta terörist örgütlerle bile “müzakere” edecek kadar zaaf içindeki Türkiye’nin, kendini parçalayacak tuzaklardan kurtulmanın acil yollarını aramak zorunluluğunda olduğunu artık kabullenmek gerekiyor.
Gerçekten de, “makro” projelerden uzaklaşarak, “mikro” gözlemlere inmek mecburiyetinde kalan ülkemiz daha neyi bekliyor.
Veya ülkemiz, daha ne gibi badirelere katlanmak mecburiyetinde bırakılıyor.
Aziz şehitlerinin kanıyla yoğrulan topraklarından, gerçek kimlikleri bile meçhul, silahlı güçlerin geçmesini kabul etme, her fırsatta tehdit edilen, Türkiye’nin “bağımsızlığı”nı yeniden sağlamak, acaba kimin sorumluluğuna düşüyor.
Orta Doğu bataklığına saplanan Türkiye’nin başına, kısa süre içinde, bölgede neler geldiğini anımsamak bile dehşet uyandırıyor:
Irak’ın Kuzeyi’nde askerlerimizin başına çuval geçirilmesi,
Mavi Marmara gemisinin İsrail komandoları tarafından, silahlı baskına uğraması,
Bir savaş uçağımızın düşürülmesi,
THY pilot ve mürettebatının kaçırılması,
Müteahhitlerimizin alıkonması,
Somali Büyükelçiliğimizin saldırıya uğraması,
Suriye ile aramızda çıkan siyasi kriz,
Suriye’de gazetecilerimizin tutuklanması,
Mısır ile “diplomatik” skandallar,
Libya’daki Elçiliğimizin kapatılması ve işçilerimizin “mahsur” kalması,
Musul Başkonsolosu ve 46 mensubunun  “rehin” alınması,
Süleyman Şah Türbesi’nin istilası ile ilgili tehditler,
Türkmenlerin özellikle Irak’ın Kuzeyi’nde uğradıkları ve halen devam eden silahlı saldırılar,
Tabii ki Orta Doğu bataklığının bir başka tezahürü olan, Türkiye’ye heyecan veren Ekim başında başlayan kanlı başkaldırı provaları,
Her Türk’ü üzen, çileden çıkaran keskin “U”  dönüşleri,
Biraz daha araştırılırsa, Türkiye’nin ne “denli”  battığını en “trajik” şekilde ortaya çıkaran bu tür olaylar, daha da ortaya çıkıyor.
Televizyonlarda hatta meydanlarda “bar bar bağırarak” adeta “racon” kesen sözde büyüklerimizin, 6 dakikalık bir Ankara ziyareti ve ardından Beyaz Saray’dan yapılan bir telefon görüşmesinden sonra, süt dökmüş kediye nasıl döndüklerine tanık olmak, her Türk vatandaşında daha da üzüntü yaratıyor.
Ne var ki üzüntü ve dehşet çoğu zaman nefreti de çağrıştırıyor.
Hele, Davutoğlu’nun bir türlü vaz geçemediği çocuksu sözüm ona “meydan okuyuşları”  kamuoyunu adeta çıldırtıyor.
Dikkat edilirse, sözde büyüklerimiz sadece olanları ballandıra ballandıra veya köşesinden bucağından kese kese anlatıyor.
Oysa, olanlardan ziyade gösterilen tepki veya güdülecek politikanın halkımıza izahı icap ediyor.
Bir de, çelişkili izah şekilleri vatandaşları adeta çılgına çeviriyor.
Daha doğrusu sanki, Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın birbirinden habersizmiş gibi konuşmalarına, sayıları artırılan sözcülerin çoğu “tevil” izahları da eklenince ortalığı toz-duman kaplıyor.
Kısacası, ne hükümetin ne devletin objektif veya berrak görüşleri yansıyor. Bu hengâmeye medya “ayna” tutma mecburiyetinde kalınca, gerçekler su üzerine çıkmıyor.
Olan da Türkiye’ye oluyor.
Galiba, “Yeni Türkiye” dedikleri böyle bir ülke görünümü kapsıyor.
Defaatle belirttiğimiz gibi, Türkiye’yi “bunalımlı” bir Orta Doğu ülkesine çeviren Davutoğlu’nun iflas eden dış politikasının temelinde  “gaflet” ve “dalalet”  yer alıyor.
Aslında, yaşanan sorunların temelinde,  “Müslüman Kardeşler” ruhuna aykırı davranmamak gayreti hatta şartlanması yattığı öne sürülüyor.
Böylece, geleneksel Türk dış politikasının ekseninden kaymasında “mezhep” faktörü büyük bir rol oynuyor.
Kaldı ki; bu “mezhep” inadına, başta İran olmak üzere, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler karşı koyuyor.
Türkiye’nin inadı, ısrarı ve emrivakileri üzerine,  “mezhep” kökenli muhtemel askeri girişimlerle Orta Doğu’nun tam anlamı ile kontrol dışına çıkacağı şimdiden hesaplanıyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, Davutoğlu politikası her şeyden önce “Selefi” akımların etkisinden kurtulmanın yollarını aramanın zamanını yaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları