D-2 Yolcu Taşıma Yetki Belgesi zorunluluğu (2)

1997 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’nın ne kadar büyük ayrıcalıklar ve faydalar sağlayacağını imzadan önce ballandırarak anlatan, valizlerimizi hazırlayıp Avrupa’nın istediğimiz ülkesine gidebileceğimizi söyleyen o tarihlerin politikacılarından hiçbir ses çıkmaz oldu. O günlerde bir AB rüzgârı estirip günü kurtaran politikacılar belki kendi günlerini kurtardılar, ama Türkiye’nin gününü karartan bir anlaşma olduğu daha yeni yeni halk tarafından anlaşılmaya başlandı.
Öyle bir anlaşma düşünün ki; sizi üye olarak içine almıyor ama diğer üye ülkelere bile uygulanmayan yaptırımları size (kapıda bekletilen bir esir gibi) uyguluyor. Siz bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin özgür bireyleri olduğunuzu düşünürken; biraz merak edip araştırdığınızda aslında Avrupa Birliği izin vermeden hiçbir ülkeye “ihracat yapamadığınızı” öğreniyorsunuz. Yani ürettiğimiz mallarımızı bile onlardan izin almadan satamıyoruz.
Bütün bunlar olurken; politikacılar bu yağlı, ballı Avrupa Birliği propagandasına hâlâ devam ediyorlar. Devam etmelerine gerekçe olarak da, Avrupa Birliği’ne uyum süreci yaşandığını, bu süreçte onların istediği tüm yasal düzenlemeleri yapmamız gerektiğini ileri sürüyorlar ve toplumdan yükselecek olan eleştirileri engellemiş oluyorlar.
Bu propaganda politikacılara çok şeyler sağlıyor, en basit örneği ise geçen hafta bahsettiğim D-2 Yolcu Taşıma Yetki Belgesi, yine aynı söylem, yani Avrupa Birliği Uyum Yasaları gerekçe gösterilerek “zorunlu hale” getirildi. D-2 Belgesi beş yıllığına verilen bir belge ve 20 bin Türk Lirası bedel ödenerek alınabilen bir belge. Aradan bir beş yıl geçtikten sonra yine para ödeyip (beş yıl sonra belirlenecek bedel ne olur ise) alınmak zorunda olan bir belge.
Konuyu biraz daha gerçekçi olarak ele alacak olursak, aslında bu belgeler sahiplerine eğitim veya yetenek anlamında yeni bir şeyler öğreten, yeni yetenekler kazanmasına yardımcı olan belgeler değil. Yalnızca, “uyum yasaları bahanesi” ile yüzde 98’i kara ulaşımı ile yapılan ve milyonlarca aracın söz konusu olduğu taşımacılık sektöründen yüzlerce milyon Türk Lirası’nı toplamaya yönelik bir uygulama olarak değerlendirilmelidir.
Eğer gerçek anlamda kara taşımacılığı yapan araç sahiplerine ve araçlara belli bir standart getirmeye yönelik bir uygulama olsa idi, öncelikli olarak bunların belli bir eğitimden geçtikten sonra sahiplerine verilmesi gerekir idi. Özellikle de bugün havaalanlarına giriş-çıkışlarda yalnızca D-2 Belgesi güvenlik görevlilerince kontrol edilmekte, seyahat acentesi belgesinin bir anlamı bulunmamaktadır.
Bu uygulamalarla aslında politikacılarda Avrupa Birliği’ne girilemeyeceğini çok iyi biliyorlar, ama “uyum yasaları” politikacılar için öyle büyük nimet ki, akıllarına hayallerine gelmeyecek türden uygulamalarla para toplamalarına yardımcı oluyor. Burada vatandaşların büyük kesimi AB’ye karşı olduğu halde, her lafın başında “mahalle baskısından” bahsedenler bu konuda bırakın mahalleyi bütün bir “vatanın baskısını” görmezden geliyorlar.
Burada suçlu olanlar, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde vatandaşa dayatılan uygulamaları “mahkemeye götürmeyen” vatandaşların bilakis kendileri. Ortada fol yok yumurta yokken sanki AB üyesi imişiz gibi uygulamalara göz yummak aslında olmayan bir şeyi varmış gibi kabullenmek oluyor. Gerçekte olmayan bir şeyin sanki varmış gibi uygulama ve yaptırımlara esas teşkil etmesi de sanıyorum sadece ülkemize de görülebileceğimiz bir durum teşkil ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları