Darbeci kendi hukukuyla yargılanır!

Türk devlet geleneğinde darbeciler kendi yasalarıyla yargılanır. Darbeciler yıktıkları hukuk düzenini keyiflerince yeniden yazsalar da devirdiklerini cezalandırmak amacıyla çıkardıkları yasalar aynı zamanda kendi idam fermanları olur. Düşük (sabık) hükümetin halefleri birkaç yıl sonra milletin tercihiyle yeniden iktidara gelirken darbeciler tarih boyu lanetle anılır. Çok partili demokrasi tecrübesinde 27 Mayıs ve 12 Mart darbe ve muhtıraları her ne kadar yargılanmamış olsa da cuntacılar en fazla zararı askerlik kurumuna ve silah arkadaşlarına vermiştir! Binlerce subay, astsubay ve askeri öğrenci meslekten ihraçtan idama kadar uzanan çeşitli yaptırımlarla cezalandırılmışlardır.
Bugün 12 Eylül darbesini (Bayrak Harekat Planı) yapanlardan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya istikbalde hesap vermemek için şahıslarına dokunulmazlık sağlayan hükümleri 1982 Anayasası’nın başlangıç bölümüne koysalar da kutsallıkları 30 yıl sonra çiğnendi. Hasta yatağında mahkemeye çıkarılmaları ne de hazin bir görüntüydü! Vicdanlara nakşedilmeyen yasalar kolaylıkla değişebiliyor. Asker üye denetiminde karar veren Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kaldırılsa bile onların yetkileriyle donatılan Özel Yetkili Mahkemeler, yargıya emir komuta edenleri de sanık kürsüsüne çıkartmıştır.  
Hatırlatın 28 Şubatçılar  “irticayı”  bölücü terörden daha tehlikeli ilan etmiş ve cezalandırmak için Terörle Mücadele Kanunu’nu değiştirmiş, hatta silahsız terör örgütü gibi yeni kavramlar üretmişti. Kaderin cilvesi, dindar kitleler için hazırlanan post-modern hukuk tuzağı 10 yıl sonra kendi ayaklarına dolandı. 27 Nisan e-muhtıracıları ise henüz mahkemeye çıkarılmadı ama muhtıra ortamını hazırlamakta kullandıkları algı operasyonu (psikolojik harekat) teknikleri bu kez tek tek kendi aleyhlerine yöneltilmiş bir çoğu hürriyetlerini ve itibarlarını kaybetmiştir.
Darbecilerin temel özelliği mevcut hukuk düzenini askıya alarak sıkıyönetim benzeri olağanüstü dönem kanunlarıyla, iktidardan uzaklaştırılan kadroları ağır şekilde cezalandırmak ve destekçilerini yıldırmaktır. Toplum mühendisliği yaparak kamu düzenini amaçları doğrultusunda biçimlendirmek isterler. Ancak zoraki yöntemler baskıcılara sadece zaman kazandırmakta er ya da geç adaletle yüzleşmelerine engel olamamaktadır. Ne var ki, her darbe milletin bünyesinde onulmaz yaralar açmakta ve tedavisi için onlarca yıla gerek duyulmaktadır.
İktidar partisi devletin tüm imkanlarını seferber ederek saltanatını korumaya çalışmakta, icraatına karşı çıkan her kişi ve kurumu casusluk ve hainlikle suçlamaktadır. İstihbarat havuzunda toplanan ihbarlar parti bültenine dönüştürülen gazetelerde haberleştirilmekte, özel atanmış Sulh Ceza Mahkemesi savcıları tarafından suç duyurusu kabul edilerek dava açılmaktadır. Artık iliştirilmiş haberciler değil doğrudan iktidar tarafından atanan genel yayın yönetmenleri var!
Yürütme organı kontrole alamadığı yüksek yargı kurumlarını, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ni işlevsiz bırakmak, yapısını değiştirmek yahut kapatmakla da tehdit etmektedir. Siyasi müdahaleden uzak tutulması hayati önem taşıyan Türk Silahlı Kuvvetleri dahi iç güvenlik paketi ile Jandarma teşkilatı üstünden Emniyet gibi AKP teşkilatından referans almadan atama yapılamayan güvenlik birimlerine dönüştürülmek üzeredir.
CHP, MHP ve BDP/HDP’nin yanısıra TBMM’de grubu olmayan küçük partiler dahi iktidarın devletin istihbarat kurumları eliyle partilerine müdahale ettiğini iddia etmektedir. İlginçtir ki, hükümete yönelik ses getiren her çıkıştan sonra Meclis’te temsil edilsin edilmesin tüm partilerden istifalar yaşanmaktadır. Ayrıca geçmiş kaset skandallarının tekrarlanabileceği korkusu yayılmaktadır. AKP’yi desteklemeyen işadamlarının hangi parti ve düşünceden olursa olsun neredeyse tamamı kamu ihalelerine alınmamaktan şikayetçidir. İktidarın talimatlarına boyun eğmeyen şirketler mali denetimden nefes alamaz hale getirilmekte, teşvikleri geri çekilmekte, kredileri iptal edilmekte, fabrika ve madenlerine ruhsat verilmemektedir. Terör örgütleri dışında tüm sivil toplum kesimleri paralel devlet yapılanması muamelesi görmektedir!
Aslında iktidar çevreleri işlerin normal yürümediğini kabul etmekte, parti tabanını 2015 seçimlerinden sonra normalleşmenin başlayacağına ve demokratikleşmenin yeniden sağlanacağına iknaya çalışmaktadır. Lakin her yalanın ve zulmün bir ömrü vardır! Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurabilirsiniz hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını da tanımayabilirsiniz ama toplumun tepkisini uzun süre baskılayamazsınız. Toplumun alternatifsizlik ve çaresizlik nedeniyle dereyi geçerken binek değiştirmek istememesi, merkebin huysuzluğuna sürekli katlanacağı anlamına gelmez. Sadece hak ettiği cezasının şiddeti artmaktadır!

Yazarın Diğer Yazıları