Darbeciler ve masumlar!

Darbe arası demokrasi dönemlerinin yani son 50 yılın hesabının görüldüğü bir süreç başladı. 14 Nisan 2007 tarihli ’e-muhtıra’yı atlayıp 28 Şubat’la başlayan ve 12 Eylül’e ulaşan bir yargılamalar zincirinin halkaları örülüyor. TBMM üyeleri uzlaşırlarsa darbe hesaplaşmaları 12 Mart’a ve oradan da 27 Mayıs’a kadar uzayabilir.
Mağdurların bir bölümü gaspedilen haklarının kısmen aldı. Ancak kaybolan yılların, yiten gençliğin ve istikbale dair umutların iadesi mümkün değil. Bununla birlikte, soruşturmalar yürütülürken dikkat edilmesi gereken hususlar var. Darbeleri ihbar edenler ve dönemin çetin şartları altında etkisini hafifletmeye çalışanlarla bizzat darbe heveslilerini iyi ayırmak gerekiyor. Evet dengeli olmak lazım ama nasıl?
Demokrat Parti iktidarının son yıllarında kendisinin de içinde bulunduğu ve Yarbay Faruk Güventürk liderliğindeki 9 subay cuntasını ihbar eden Binbaşı Samet Kuşçu,  “orduyu isyana teşvik” davasının tek mağduru olarak hapsedilmiş ve askerlikten uzaklaştırılmıştı. Kuşçu yıllar sonra haklarına kavuşsa da sonuç değişmemiş ve Faruk Güventürk sonraki darbelerde de hep ön planda olmuştu.
Darbelerin hepsinin Türkiye’yi geleneksel güzergahı olan Batı ekseninde tutmaya gayret göstermesi ve darbecilerin iktidarı ele geçirdiklerinin sabahı alelacele NATO’ya bağlılıklarını ilan etmesi herhalde tesadüf değildir. 28 Şubat sürecinde de 13 Haziran 2007 akşamı Cumhurbaşkanlığı’ndaki Camlı Köşk’te toplanan komuta kademesi ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın açıklamasından sonra nizamiyenin dışına çıkamayacaklarını anladıklarında, yutkunmakla yetinmişlerdi. NATO Genel Sekreteri Willy Claes’in açıkladığı  “Islamic terrorism”  (İslami terörizm) tehdidine karşı ülke içinde psikolojik harekat yöntemleriyle mücadele etmekle yetineceklerdi.
Peki, komuta kademesi darbeye karar verirse  “emir demiri keser” anlayışıyla yetişen astları emre nasıl itaatsizlik gösterebilirdi? Milletimiz de hem gözbebeği bildiği hem de eline silah verdiği bir kuruma nasıl karşı koyabilirdi? Maalesef ülkemizde bir çok konu kendimize has yöntemlerle hallediliyor.
Şimdilerde mağduriyet edebiyatı yapmak kolay. Ben de 12 Eylül kadrosunun emirleriyle işinden ve mesleğinden olanlardanım. Fakat şahsi bir hesabım yok. Niyetim bundan sonraki nesillerin aynı sorunlarla karşılaşmaması ve devletiyle ters düşmeden yaşayabilmesi. Bugün, tankın üstüne çıkarım diye dayılanmanın bir anlamı yok. Artık hem emir komuta zinciri içinde hem de tankların yürüdüğü bir darbenin söz konusu olmayacağını askerler dahil herkes kabul ediyor. Darbe simsarlarının tek ümidi, Türkiye’nin dünya ekonomik krizinden etkilenerek siyasi bir darboğaza girmesi ve terörün kitle cinayetleriyle sosyal hayatı kangrene çevirmesi. Normal şartlar altında bir daha eski yöntemleri kullanamayacaklarını hepsi görüyor.
Keşke Refah-Yol hükümeti, çıkmaza girdiğinde Ziya Paşa’nın ifadesiyle,  “çekildik izzet-i ikbal ile bab-ı hükümetten”  diyebilseydi. Fakat bu makam koltukları ne menem bir şeydir ki, üzerine oturan bir daha kalkmamak için her türlü tavizi verdirebiliyor. Sonuçta da oturanın hem aklını hem de itibarını alıyor. Yazarken üzülüyorum fakat akıbet ertelense de değişmeyecek. Bugün kahraman gibi ortada dolaşanların ise altını imzaladıkları öyle kararlar var ki, unutulması mümkün değil.
Darbe sürecinin içinde kalanların çoğunun gidişi tersine çevirebilecek gücü yoktu, emirleri uyguladılar. Lakin, kimi hukuksuz ve insanlık dışı talimatları yerine getirirken direnmedi ve üstlerini uyarmadı. Hatta kimi de sadece yaranmak için emirleri,  “vur deyince öldür demek istenmiştir”  şeklinde tevil ederek uyguladı. Kraldan fazla kralcı oldu. Bazısı da var ki, her aşamada aktif bir direnç gösterdi.  “Devletin en kötüsü şekli dahi devletsiz kalmaktan iyidir”  diyerek emirlere isyan etmedi ancak halkın en az zarar göreceği şekilde yerine getirdi. Bunların hepsini aynı kefede tartmamak gerekir.
Ülkemizde devlet geleneği yüzyılı aşkın bir süredir  “ya devlet başa ya kuzgun leşe”  mantığıyla yürüyor. Sonunda  “galiptir bu yolda mağlup düsturu”  işliyor. Elbette buna bir son verilmesi gerekiyor. Muhsin Batur gibi,  “Türkiye’de demokrasi olsa, 12 Mart nedeniyle biz yargılanırdık” diyenlere gerekçe verilmemesi için birilerinin artık Türkiye’de demokrasi ve hukuk var demesi gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları