Dava adamlığı

Su küreselleşme denilen şey, ne menem bir şeymiş. Yerle bir etti her şeyi. Ne dün ve yarın, ne de insan ve fikir... Onun etkisi altına girmeyen bir olay ve olguyla karşılaşılması mümkün değil. Çokça diyoruz ya... Dünya küreselleşiyor, dengeler değişiyor ve insanlar bir dönüşüme sürükleniyor. Bu süreçte idealizme vurgu yapan ve yaşamsal kriterleri simgeleyen “dava adamlığı” yaklaşımı da benzerleri gibi hazin bir öykü yaşıyor. 
Peki bu dava nasıl bir davadır?
Bir davanın önemini ve büyüklüğünü işaret eden gerçeklik nedir?
Eğer bu sorular ironik ve mitolojik bir yaklaşımla değerlendirilirse başka, günlük yaşama bakıp değerlendirilirse daha başka sonuçlar doğurmaktadır. Örneğin keskin bir ölçüt üzerinden bir davanın büyüklüğü onun uğrunda ölenlerin ve ölmeyi göze alanların sayısıyla ölçülebilir. Bu doğrudur; ancak insan biyolojik olduğu kadar aynı zamanda psikolojik bir varlıktır. Her inanç ve düşünce sistemi, bir takım yöntemlerle farklı insan gruplarını “ölüm” gibi nihai bir sonuca götürebilir. Herhangi birisinin biyolojik olarak dava adamlığına soyunabilmesi mümkünken; bunun sürdürülebilmesi için farklı özelliklerle donanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu ölçüt çok önemli olmakla birlikte tek başına yeterli olmayabilir. Bu sebeple “insanı” “insan” da aramak ve böyle sorgulamak lazımdır. Değilse Türkiye gibi ölümü sıradanlaştırmış bir coğrafyanın, idealist insanların mezarlığı olmasını hangi gerekçeyle açıklamak gerekir. Ya da ömrünü davasına adamış olanların sessiz sedasız çekip gidişleri ve yürek haykırışları, kimlerin ve neyin ürünü olarak gösterilebilir.
Bakınız tarih sayfalarına... Pek çok dava adamının örselenmesi, ikincileştirilmesi ve hatta ölüme itilmesi “adamı” ve “nesneyi” değil, davayı ve davanın doğrularını savundukları için meydana gelmiştir. Elbette ki dava adamlığı bunu göze alabilen ve bu farkındalığı yaşama biçimi haline getirmiş insanlarda vücut bulabilir. Zira bana göre gerçek dava adamları bedenen ayrıldıktan sonra, ruhen de uğrunda ölünen davanın ilelebet yaşamasına tanıklık edebilirler.  Ahlaf Sûresi 16. Âyette “İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, onlara öteden beri yapılagelen doğru bir va’ddir.” denilmektedir. Kuran-ı Kerimde defaten bu kavramın içselliğine ve onu oluşturan unsurlara vurgu yapılmaktadır.
Böylesine bir inanç sistemi “dava adamlığını” tipoloji haline getirmektedir. Gerçekten dava adamı olanlar, davasını kullananlar, dava adamlığından geçinenler ve onun gibi gözükenler. Her toplumda çeşitli düzeylerde ve değişen oranlarda bu türden dağılımlara rastlamak mümkündür. Buna göre davasını dert edinen, tereddütü olmayan ve inancını aklıyla bütünleştirmiş kişilerin,“vefa”,“kararlılık”, “fedakârlık”,“daha ileriye sıçrama düşüncesi”  ve “duygusal zekâ” gibi etkili özelliklere sahip olması gerektiği çok açıktır. Üstelik kararlılıkla taşınan, uğrunda fedakârlık yapılan, hep daha ileriye götürülmek istenen ve vefalı olunan şey bizzat davanın kendisidir. Onun bir tarafa atılması, unutulması, kirletilmesi ve lekelenmesi kabul edilemez. İşte bu gerekçelerle davaya sahip çıkmak geçmişe ve geleceğe, fikir ve inanca sahip çıkmak demektir.

Yazarın Diğer Yazıları