Ülkücü hareket uyanıyor mu?

İdeolojilerin egemen olduğu siyasi örgütlenmelerde kurallara çok fazla atıf vardır.

Takipçilerinin "dava partisi" olarak tanımladıkları ve hayatlarının merkezine koydukları bu yapılarda siyasi başarısızlıklar üst üste gelmeye başlarsa; farklı düşünme, özeleştiri, bilgi üretimi gibi refleksler devre dışı kalmaya başlar.

Çünkü siyasi başarısızlıklar "lider"i tartışmaya açarken kitle yönlendirilebilir olmaktan çıkar.

Bu durum katı disiplin anlayışının bozulması ve dolayısıyla "güçlü lider" algısının devre dışı bırakılmasına neden olur.

Türkiye'de ideolojik/dava partisi olarak konumlanabilecek iki etkin parti bulunmaktadır. Birisi milli görüş geleneğinin temsilcisi Saadet Partisi, diğeri ise Ülkücü Hareket'in temsil noktası olan Milliyetçi Hareket Partisi'dir.

Milli Görüş, Necmettin Erbakan'ın sağlıklı olduğu yıllarda son derece etkin bir örgütlenme ile hareket ederken, dini terimlerle siyasete katılıyor, "dindar vatandaşlar", "ümmetimiz" gibi söylemlerle kendilerine ait bir kitle oluşturuyordu.

Bu yeni siyasi oluşum kısa bir süre içinde; kendi örgüt kültürünü, değerlerini ve kurallarını oluşturdu. İdeoloji, baskın ve katı hale geldi. Genel başkana yüklenilen "kutsal" atıflar dikkat çekerken, sorgulama mekanizması ortadan kalkmaya başladı. Erbakan ve çevresindeki grubun aldıkları kararlara uymak bir zorunluluktu.

Bu geleneğin etkin aktörlerinden biri olan Recep Tayyip Erdoğan, 14 Mayıs 2000 yılında yapılan Saadet Partisi kongresinde Erbakan'ın adayı olan Recai Kutan'ın karşısına Abdullah Gül ile çıktı.

Milli görüş hareketi için bu kabul edilmez bir durumdu. Erdoğan ve Gül öncülüğündeki kanat "yenilikçiler" olarak adlandırılıyordu.

Parti içinde tartışma en üst düzeye çıktı. Yenilikçiler için yapılan "28 Şubat darbesine alkış tutanlar, partiyi bölecekler" gibi yorumlar dikkat çekiyordu. Kongre sonucunda yenilikçiler az bir farkla kongreyi kaybetmişler, ancak sorgulanmayan lider Erbakan'ın karizması sarsılmıştı.

Daha sonrasında yenilikçiler AKP'yi kurarak, ideolojik zeminden ayrılıp, liberal çevrelere de temas etmeyi başardılar. Erbakan, son nefesine kadar AKP'yi kuranları "hainlikle" suçlasa da siyasi olarak bir etkisi olamadı. Seçim sonuçları AKP'nin başarısını gözler önüne seriyordu.

***

MHP'deki durum ise oldukça farklı bir seyirde ilerliyor. Kurucu lider Alparslan Türkeş, tüm ülkücülerin ortak değeri "Başbuğ" konumunda.

Eleştiriler ise 1997 kongresinde genel başkanlığa seçilen Devlet Bahçeli üzerinde birleşiyor. 'İstişareye uzak, dışa kapalı, belirli bir politik alanda hapsolan ve taban hakimiyetinin yitirilmesi' öne çıkan başlıca eleştiriler.

Tüm bunlarla birlikte Milli görüş geleneğinde yaşanan kongre kültürü MHP'de yaşanamadı, yaşatılamadı. Dışarıdan aldırılan hukuki kararlarla 700'den fazla delegenin iradesi bastırıldı. Yönetimin meşruluğu tartışmaya açılırken, parti seçim beyannamesine aykırı politikalar izlenmeye başlandı. "Lider"den farklı düşünenlere ise sistematik halde maddi ve manevi saldırılar gerçekleştirildi.

Ülkücülerin MHP dışında olamayacakları ifade edilirken, "lider"den farklı düşünmenin mümkün olmadığı ileri sürülüyor. Tüm bu söylemlerde bulunanların referans aldıkları nokta ise "dava"...

Ancak görünen tabloda birilerinin "dava" adı altında hapsetmeye çalıştığı Ülkücü Hareket ciddi bir uyanış içerisine girmiştir. 1 Kasım 2015 seçimleri sonrasında başlayan değişim hareketi, 16 Nisan referandumu öncesinde ortak hareket edebilme, istişare etme ve dışa açılma kabiliyetleri kazandı.

MHP'deki farklı yüzleri, düşünceleri gören kişiler "Biz Ülkücüleri çok farklı tanımışız" demeye başladılar. Toplumla sıcak temas kurulmuş gözüküyor. MHP'de değişim isteyen Ülkücülere, en başta AKP ve CHP'den ciddi bir alaka olduğu görülüyor. Oy verme eğilimlerinin temelindeki kimlik ise "vatanseverlik"...

16 Nisan referandum sonuçları vatandaşın da yeni liderlere duyduğu özlemi net bir şekilde ortaya koyuyor.

Yazarın Diğer Yazıları