Deniz Feneri ve Reyhanlı felâketi!

Sen Reyhanlı’daki katliamı “süreçle” ilgilendirirsen birileri de çıkar, “Deniz Feneri Davası” ile ilgilendiriverir.
Çünkü her iki olayda da “yayın yasağı” söz konusu. Deniz Feneri’ndeki yayın yasağının “sürecin”  hükümet ve adamlarına dokunduğu için olduğu vicdanlarda çoktan kabul gördü. Demek ki, Reyhanlı’daki faciada da ucu hükümete dokunan, yönler mevcut.

 


***

 


Dün sabah saatlerinde Ulusal Kanal’ın canlı yayınına bağlanan CHP Hatay Milletvekili Hasan Akgöl, “Ölü sayısı 70’ten fazla” dedi. Böyle bir felâketle iç savaşı doğrudan yaşayan Suriye bile karşılaşmamış. Patlamanın dumanı tüterken bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklama yaparkenki yüz ifadelerine, bir de, patlamaya muhatap olan Reyhanlı halkının yüz ifadelerine dikkatle bakın ve aradaki farkı görün..

 


***

 


CHP Hatay Milletvekili Akgöl:
“Hiç kimsenin ölmesini istemeyiz amma” diyor ve ekliyor: “Reyhanlı’da 40 binden fazla muhalif  Suriyeli var. Böyle bir patlamada bir iki Suriyelinin ölmüş olması dikkate değer.”
Gerçeğe ulaşmak için gerçeği konuşmak ve gerçekle yüzleşmekten korkmamak lâzım.
Reyhanlı’nın 60 küsur bin nüfusu var. 40 bin Suriyeli muhalifle 100 bine çıkan bu nüfusta nasıl oluyor da sadece bir yahut iki muhalif ölüyor?
Birileri muhalifleri önceden uyardı mı?
O birileri tam da bu cinayetin müsebbipleri olabilir mi?
Şayet öyle ise, “Bu işin arkasında Esad var” diyenlerin koyduğu “Yayın yasağı” akıllara kurt düşürmez mi?
Öyle olmasa bile Esad bu kadar aptal mı ki başında onca belâ varken bir de Türkiye’yi işin içine çeksin ve hiçbir vicdanın makul gösteremeyeceği bu vahşet dolayısıyla dünya kamuoyunu karşısına alsın?
Klasik, “Bu vahşet sonuçta kimin işine yarar?” sorusuna cevap, “Muhalifler” ve “İsrail” olmayacak mıdır?

 


***

 


Hakikat ne olursa olsun Erdoğan’ın Suriye politikası Türkiye’nin başını belâya sokmuş, daha önce Akçakale ve diğer bölgelerde ve şimdi de Reyhanlı’da yaşanan felâketin sebebi olmuştur.
Açık söylüyoruz, Esad’ın da, muhaliflerinin de canı cehenneme.. Kimse benim ülkemi kan gölüne çeviremez. Bu vahşete ister kendi içimizden ve kendi insanımızdan ve ister dışarıdan kim sebep oldu ise bu dünyada da ahrette de iki elimiz yakalarındadır.
Başlarını yastığa koyup rahat uyuyabiliyorlar mı, bilemiyoruz. Ölenlerin, yaralıların, ev ve işyerleri tahrip olanların Allah’a verdikleri dilekçeler cevapsız kalmayacaktır.
Çünkü geri çevrilmeyecek ve ertelenmeyecek dualardan biri de Peygamberin ümmetine, annenin evladına ettiği dua gibi, bir mazlumun duası, bedduasıdır.
Biz şunu görüyoruz.
Hükümeti hakikat ilgilendirmiyor. BM’nin bölgedeki tarafsız gözlemcileri, “Kimyasal gazı muhalifler kullandı” diyor, kanıtlarını sunuyorken, hükümet hâlâ, “Ey Esad, bu kimyasal silahı kullanırken Allah’tan korkmadın mı?” deyip durmakta ve Haçlı ABD’yi, halkı Müslüman olan, anayasasında Sünni Şeriatı esas alan Suriye’ye müdahaleye ikna için çırpınıp durmakta.
Öyle görünüyor ki bizim bu zihniyeti anlamamız hiçbir zaman mümkün olmayacak.
“Laiklik dinsizliktir” diye diye iktidar olduktan sonra Mısır’ın Tahrir Meydanında toplanan yüz binlere, “Size laikliği tavsiye ediyorum” diyen bir Erdoğan ve “Laikliğin tadını çıkartıyoruz” diye övünen bir Bülent Arınç’ı anlamak için gerçekten insanın dışında bir varlık olmayı gerektiriyor.
Tıpkı Deniz Feneri Davası’na ve Reyhanlı’daki faciaya getirilen yayın yasağını anlamaya kapasitemizin yetmemesi gibi...

Yazarın Diğer Yazıları