KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır
Eğitilmiş cahilliğin konforu yeter!

Tedirginlik, korku, gelecek kaygısı, hayatına yön veren en önemli faktörler oldu. Eğer bir şey olmuşsa, onun en kötü etkilerini öne çıkarır. Ya da olacak bir şey belirmişse ufukta, aynı karamsarlık yine devreye girer. Olabileceklerin en kötüsünün başa geleceğine mutlak gözüyle bakar... Onu tanıdığımda otuzlu yaşların başındaydı. Boşanmıştı, çocuğu yoktu. Ailesinin ekonomik durumu iyiydi. Büyük bir kentte doğup büyümüş, iyi bir üniversite bitirmişti. Büyük kazanç getirmese de işi fena sayılmazdı. Mesleğinde ilerleme şansı vardı. Dürüst biriydi. Arkadaş çevresinde sevilirdi. İnsanlarla yakın ilişkilerden kaçınır, dokunmayı ve dokunulmayı sevmez, görünüşte dışa dönük, ancak daha çok kendi içinde yaşayan biriydi. Pek okumazdı. Derme çatma, yüzeysel, iğreti, birkaç fiskeyle dağılacak kadar naif, teorik arka planı olmayan, daha çok yaşam biçimi temelli bazı görüşlere sahipti. Ve bunlar ona göre sarsılmaz doğrulardı. Ve tabii ki memleket her zaman olduğu gibi kötüye gidiyordu! İzlediği, dinlediği haber kaynaklarının hassasiyetleri belliydi. Sosyo kültürel çevresi de haber kaynakları gibi benzer hassasiyetler taşıyordu. Ve bu hassasiyetlerden yola çıkarak bir gerçeklik algısı yarattı mı zihninde, artık düşünmeye gerek bile kalmıyordu. Sorgulama gereğini gönül rahatlığıyla rafa kaldırabilirdin. O da bunu yaptı. Artık yaşanan, beklenen ne varsa bilecek durumdaydı. Araştırmadan, soruşturmadan, otomatik , çağdaş tepkiler verebilir ve her durumda da haklı çıkabilirdi.

Geçenlerde bir sohbetimizde, “Görünüşe göre yaşanan her şeyi açıklayacak bir bakış açısı var elinde. Kendini rahat hissetmen gerekirken, neden bu tedirginlik, korku, endişe, gelecek kaygısı” diye sordum.

Bir süre düşündü. Ve daha önceleri defalarca yaptığı gibi milyonlarca insanın sıkıca sarıldığı bir kimliğin ezber ve önyargılarından başka bir şey demedi. Artık iyice anlamıştım ki, okumuş cahilliğinin getirdiği konfordan vazgeçmeye niyeti yoktu. Cahilliği her şeyi açıklamaya yetiyordu. Kendi yetersizliklerine dönüp bakması ise asla gerekmiyordu...

 

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Hayat elbette güzeldir

Sabah yataktan firar edercesine kaçan Beyefendi, o günün iyi geçeceğine dair bir fikre kapıldı nedense, beş on dakika sonra kahvesini yudumlarken. Kahveyi birkaç kez kokladı içerken. Ve “Sadece içmek yetmiyor mereti, koklamak da şart” diye söylendi keyifle. Bilgisayardan izlediği televizyonun sesini açtı. Ardından dışarıdan bir “hav” sesi duydu. Sesi kıstı. Bir “hav” daha. Anladım dedi içinden, bizim sokağın anne köpeği, yavrularına nevale bekler. Birkaç zeytin, bir adet muz ve bir elmayı mideye indirdikten sonra, akşamdan hazır ettiği nevaleyi yanına alıp çıktı kapıya. Anne, inanılmaz sevimli yavrusunu da alıp gelmişti. Bildik bütün numaralarını sergilemeye başladı köpek, nevaleyi kapmak için. Yavru da onu taklit etti beceriksiz bir şekilde. Yemeklerini koydu önlerine Beyefendi ve bir süre izledi anne ile yavrusunu. O kadar doğallardı ki, doyasıya bir gülümseme yayıldı yüz hatlarına ve yola revan oldu.

Yüz metre kadar sonra, ana caddeye az bir mesafe kala, Prens ve arkadaşına rastladı çoğu sabah olduğu gibi. İki sevimli köpek de uzaktan tanıdı, kendilerini sevdiğini bildikleri adamı. Koşarak yanına geldiler, kuyruklarını salladılar, bacaklarına sürtündüler, kirli, ıslak patileriyle üstüne atladılar. Kısa bir süre sonra delicesine sevinen, oradan oraya çılgınca koşturan iki sevimli hayvanı ardında bırakıp ana yoldan devam etti metrobüs durağına. Üst geçidin merdivenlerine yakın yaşlı bir çift gördü. Geniş alınlı esmer adam yorgundu, bitkindi, soluk soluğaydı. Demirlere tutunmuş soluklanmaya çalışıyordu. Yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Bütün yürekleriyle güldü ikisi de. Yoktu. Dinleniyorlardı. Dua ve teşekkürle uğurlandı. Merdivenleri tırmandı. Üst geçitte koca bir köpekle karşılaştı bu kez. Akbaş kırması olabilir bu güzel yaratık diye geçirdi içinden. Köpek onca insan varken onun yanına koşturdu. Önce anlam veremediyse de, öteki köpeklerin kokusundan olabilir diye mırıldandı. Köpeği sevip yola devam etmek istedi, ancak hayvan peşine düştü. Merdivenleri indiler birlikte. Sonra durup köpeğe işe gitmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Anlamadı hayvan. Birlikte üst geçide çıktılar. Ve orada köpeği ikna etti el kol hareketlerini de kullanıp, yarın sabah yine orada olacağını söyleyerek!

“Biraz zor oldu köpekten kurtulmanız” dedi vaziyeti izleyen orta yaşlı bir kadın.

“Ya sahip arıyordu” dedi Beyefendi, metrobüse binmek için hamle ederken, “ya da bir yudum sevgi...”

 

*

 

OKUYUNUZ...

3-135.jpg

Hakinin egemen olduğu, altında sakladığı zenginlikleriyle Büyük İskender’den Babür Şah’a nicelerini kendine çekmiş topraklarıyla Afganistan... İngiliz tarihinin en büyük yenilgisine sahne olan, art arda yaşanan işgallerin yol açtığı yıkımın, acının hiç eksilmediği bir ülke. Nadeem Aslam, “İmparatorluklar Mezarlığı” olarak da bilinen bu sahnede Taliban, Amerikalılar ve Sovyetler üçgeninde bir halkın yaşadığı büyük trajediyi gözler önüne seriyor. Günümüze dek uzanan etkileriyle bir dönemin siyasi çekişmelerinin ne denli ölümcül yaralar açabileceğini, körü körüne bağlanılan ideolojilerin insanı sürüklediği cehennem çukurlarını betimliyor. Viran Ülkenin Bekçisi, şiirsel ve akıcı diliyle günümüz dünyasının içine düştüğü kaosu sarsıcı bir çıplaklıkla sunuyor...

 

*

 

ANADOLUDAN

Etkinlikte ters binilecek eşek unutulursa...

Kentte Nasreddin Hoca şenlikleri yapılacaktır. Organizasyondan sorumlu olanlar titiz bir çalışma çıkarma peşinde ve ellerinden geleni yapıyorlar. Sonuçta her şey mükemmele yakın görünürken, büyük bir eksikliğin farkına varıyorlar. Asla unutulmaması gereken bir şey üstelik bu. Hoca’nın ters bineceği eşek unutulmuştur! Ekibin başındaki zat, hemen iki kişiyi görevlendirir ve adamlar aceleyle eşek aramaya çıkarlar. Eldeki bütün olasılıkları defalarca gözden geçirirler. Saatler sonra ayaklarına kara sular inmeye yüz tuttuğunda, vatandaşın birinin bahçesinde bir eşeğe rastlar ve rahatlar bizimkiler. Usulca eşeğin yanına yaklaşırlar. Hayvanı ürkütmeden tam da araca bindirmeye çalışırken sahibi hışımla ortaya çıkıp yakalar iki görevliyi ve eşeği çalmakla suçlar. Adamlar dertlerini anlatana kadar akla karayı seçer. Hayvanı mutlaka götürmek zorunda olduklarını, başka çareleri olmadığını, gerekirse değerinin iki katını ödeyeceklerini söylerler. Ancak adam eşeğini satmayacağını tekrarlayıp durur. Sonunda bir anlaşma yolu bulunur. Sahibi etkinlik için eşeğinin ne kadar önemli olduğunu anlar ve yelkenleri suya indirir. Ancak bir şartı vardır. Etkinlik süresince eşeğinin yanında bulunacaktır. Görevliler eşeğin sahibini ikna etmek için dil döker, ancak başarılı olamaz. Ve sonunda sahibiyle birlikte eşeği alıp götürürler...

 

*

 

FOTOHABER

Dikkate almakta yarar var

2-215.jpg

Dikkat, deyince dikkat kesileceksiniz, zira ardından tehlikeli bir durumun varlığı açıktır. Ancak bu işte bir tuhaflık var burada... Dikkat ajan var, köpek var, çocuk var, yazılı var, deli var, sarhoş var, mafya var, tuzak var, hatta aşık bile var... Bilirdik bunları. Ancak “dikkat sopa var” yoktu hayatımızda. Artık o da var. İstanbul’un binlerce sokağından birine park edilmiş bir otomobildeki nota bakınız:

 “ARABADA SOPA VAR.”

Uyarı net, büyük, açık, sert! Lamı cimi yok bu işin.

Eh, bu durumda yapılacak tek bir şey kalıyor. Uyarıyı kesinlikle dikkate almak...

 

*

 

İŞTE O KADAR

İki seçeneğin var... Ya kal ya da gitme!

Özdemir Asaf