Dersimi iyi çalışmış mıyım anne?

Dersimi iyi çalışmış mıyım anne?
O zamanlar bu kadar pişirmiş değildi beni hayat, ama epey keser yemiş, yontulmuştum yine de metropolde.

Sahtekarı adamdan ayırmayı pek bilmezdim o zamanlar, bu alanda sıkça muhteşem hatalar yapar, faka basar, zarar görür, kendimi toparlayana kadar epeyce sıkıntı çekerdim. Annem sık sık şöyle derdi:

"Oğlum bir omuza gitme..."

Çok düşünmüştüm bu lafın anlamını. Ne demekti bir omuza gitmek? Gidersem neler gelirdi başıma? Annem lafın gerisini getirmemişti. Israrım da işe yaramamıştı. Ancak o ettiyse bu kelamı, içinde değer saklıyordu elbette. Zira sıradan birinin değil beni bu dünyada en iyi tanıyan bir kadının, annenin öğütüydü... Biraz daha büyüyünce anladık elbette, bir şeyi her yönüyle araştırmayı, altına, üstüne, sağına, soluna, içine, dışına, önüne, arkasına bakmayı... Herkesin iyi olmadığını, insanların ezici çoğunluğunun çiğ olduğunu, "insanları severim" laflarının beyhudeliğini öğrendik, onca dayağı yedikten sonra.

Ve bir değerli bilgiyi de kattık hazinemize, yine annem sayesinde. "Oğul sahtekarı da tanı, adamı da" derdi arada bir gözlerimin içine bakarak. Ve de anladın mı gibilerinden sorgulayan bakışlarla. Ama nasıl tanıyacaktım? İşte bunu bana bırakıyordu. Evet, bir omuza gitmemeyi öğrenmiştik. Adamı da eşek değiliz ya, biliyorduk. Peki ya sahtekar? Onu nasıl tanıyacaktım?

Zamanla epey yol aldım bu alanda da. Ama yaş da elliyi buldu.

Meğerse yeterince çabayla kolaymış onu tanımak...

Merkeze çıkarını koyduğu için ahlaksızlıkta sınırı yoktur. İlkesizdir. Acımasızdır. Kendini yetenekli, bilgili ve çekici göstermek ister ve komik durumlara düşer. Gözünüzün içine baka baka yalan söyleyebilir, utanmazdır. Ama siz o gözlerde samimiyeti arayın. Bulamazsanız eğer, o bir sahtekardır. Her kılığa girebilir. Vicdansız biridir. Empati yeteneği yoktur. İnsandan nefret eder, ama kediyi sever gibi yaparak merhametsizliğini perdeler. İçten değildir. Vatanı dahil, her şeyi satabilir. Dikkatle baktığınızda kaba bir hırtlığın izlerini görebilirsiniz yüzünde...

Yaş 57 oldu anne, sınıfı geçebildim mi, ne dersin?

BEYEFENDİ

Para kazandırmayan yetenek

Kaputunun iç cebinin derinliklerine uzandı eli. Ve o katlanmış kağıdı bulup çıkardı. Kargacık burgacık harflerle küçük bir kağıda nakşedilmiş nota baktı bir süre. Sonra birkaç kez okudu notu...

"Mesleğe ilk başladığınızda yanında çalıştığınız büyükleriniz size çok şey öğretir. Ben 21 yaşında yazı işleri müdürü olmuş, buna rağmen sıfır egoya, üstün kültür birikimi ve anlayışa sahip bir gazeteciyle çalıştım ve bunu yaşadım. Bir gün sizin de yolunuzun böyle güzel insanlarla kesişmesini dilerim..."

Bu cümleler diyor içinden, sevgili meslektaşım için, uzun zaman önce, yani o genç bir gazeteci iken, yanında çalışan gencecik bir kız tarafından dile getiriliyor. Ve genç kızın ne kadar da haklı olduğunu düşünüyor, karlı bir geceyi kafede cam kenarında karşılayan Beyefendi...

Kar tanelerine dalıyor bir ara bakışları. Uzun bir süre öylece kaldığının farkına varıyor sonra. Arkadaşına sorduğu her soruya aldığı yanıtları düşünüyor ardından. Onun yüz hatlarını. Gözlerindeki, yüzündeki, duruşundaki, vücut dilindeki samimiyeti düşünüyor. İnsanları kırmamaya azami özen göstererek paylaşıyor bilgisini bu adam diyor içinden. Pozitif biri. Olduğu gibi. Kendisiyle, hayatla, çevresiyle barışık. Kendisinden başka kimselere zarar vermeyecek kadar özenli, dikkatli orta yaşlarda bir adam. Ve birden küçük bir sıkıntı midesini yokluyor, ardından kaburgalarına yöneliyor, sonra göğüs kafesini hafiften sıkıştırıyor. Ve sıkıntı sonunda şakaklarında birkaç ter damlası bırakıp cehheneme doğru yola çıkarken, çayından okkalı bir yudum alıyor Beyefendi. Garsondan bir bardak ılık su istiyor. Suyun son damlalarını da tükettiğinde biraz olsun rahatladığını hissediyor. Ve şöyle mırıldanıyor hüzünle karışık tebessümle:

"Yirminin başlarındayken böylesine donanımlı bir adam, yeteneklerini işe koşarak mütevazı bir geliri bile hedeflemezken, onun birikiminin yüzde birine sahip olmayan bir alay hırt, nasıl da pazarlamayı beceriyor, yeteneksizliklerini yetenek diye... Nedir bu işin sırrı tanrım!"

İŞTE O KADAR

Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, herkesin hırsına yetecek kadarını değil.

Mahatma Gandhi

 

OKUYUNUZ

Edebiyat aklı ve sağduyuyu çalıştırır; edebi yaratıcılıktaysa bu unsurların yanında sezgiye, duyarlılığa ve tahmine, hatta eleştirel bakışın ağından kurtulmayı her seferinde başaran şansa bile yer vardır. İşte bu yüzden, yaratıcılık başkasından öğrenilmez; yaratıcı olmanın tek yolu okumak ve yazmaktır. Gerisini insan kendi başına, pes etmeden düşe kalka öğrenir. Mario Vargas Llosa "Genç Bir Romancıya Mektuplar"da roman sanatı hakkındaki düşüncelerini aktarıyor...

1-701.jpg

HAYVANCA

Nicedir geçmediği sokağa yolu düşer geçen gün sanatçının ve ilk kez görür sahaf dükkanını. Kitaplara keyifle bakarken, her sahafta olduğu gibi bir kedi çıkıverir karşısına. Kedilere pek kıyamaz, ama bu kez başını okşayınca gözlerini anında açar kedi ve ele birkaç yalancıktan pati atar. Sonra da aynı zamanda başını koyup yattığı yünün uçlarını emmeye koyulur. Sahafın dediğine göre, bunları anacığının memesi sanmaktadır hala; büyüme çağındaki ufaklık. Kediye, "Görüşmek üzere ufaklık" deyip yola revan olur sanatçı...

2-568.jpg

(Fotoğraf: Nurettin İğci)