Dilin anahtarı deyimler

Bu köşede, yazı alanımız daha genişken, dil meselesini ayrı başlık altında ele alırdık. Ara ara yine dil meselesini işliyoruz. Bugün deyimlerimiz üzerinde duracağız. DTCF Birlik'ten mekteptaşlarım Abdullah Şalcı, Sami Güneş'in derlediği deyimlerimizin açıklamalarını whatsApp grubuna yüklemiş. Deyimler ve atasözleri dilin anahtarıdır. Ben de sizinle paylaşmak istedim.  

Dolap çevirmek: Eski konaklarda haremlik ile selâmlık arasında irtibatı sağlayan ağaçtan yapılan, silindirik, alt ve üst taraflarında bir mil ile tutturularak çevrilen dolaplar vardı. Birbirlerine alâka gösteren ve ev sahiplerinin bundan haberdar olmasını istemeyen konak görevlileri, dolap vasıtasıyla haberleşirler ve birbirlerine haber gönderirlerdi. Konaklarda dolabın bu  işlerde kullanılmasından dolayı günlük dilde gizli işler yapmak anlamında "dolap çevirmek" deyimi kullanılır olmuştur.

Eşref saati: Eski İstanbul'da sefer, savaş, düğün, seyahat gibi önemli bir işe girişmeden önce mutlaka eşref, yani uğurlu bir vakit gözetilirdi. Saray halkından sokaktaki insana kadar herkes buna inanırdı. Kişi önemli bir işe girişmeden önce dönemin astronomu sayılan müneccime başvurur, müneccim de yıldızların hareketlerinden ve gezegenlerin gökyüzündeki durumlarından bir mana çıkararak eşref saat tayin ederdi. Günlük dilde bu deyim sinirli bir mizaca sahip olan sağı solu belli olmayan bir kişiden bir şey isteneceği zaman "Şu an sırası değil, eşref saatini beklemek lâzım." şeklinde de kullanılmaktadır.

Balık kavağa çıkınca: İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açılan noktasındaki Rumeli Kavağı ile Anadolu Kavağı'nda, çok rüzgârlı ve akıntı kuvvetli olduğu için balık tutmak zordur. Bu yüzden balığın bol bulunduğu ve fiyatının düştüğü zamanlarda şehirde tutulan balıkların, Kavaklar'a kadar götürülüp satıldığı görülür. Sair zamanlarda düşük ücretle balık almak isteyen müşterilere, balıkçılar tarafından verilen cevap ise "O sizin dediğiniz ücret, balık kavağa çıkınca olur." şeklindedir. Verilen vaatlerin asla yerine getirilmeyeceğini, söz konusu işin olmayacağını anlatmak için kullanılan "balık kavağa çıkınca" deyimi bu hâlden doğmuş; ancak, zaman içinde deyimde geçen "kavak" kelimesi semt anlamını yitirerek, kavak ağacı zannedilir olmuştur.

Dingo'nun ahırı: İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi. İmparatorluğun en işlek ahırı olmasından dolayı girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.

Gözden sürmeyi çekmek: Kasımpaşa'daki Haliç Tersanesi'nde "göz" adı verilen özel bölmelerde "sürme" denilen keresteler istiflenerek muhafaza edilirdi. Ancak bütün tedbirlere rağmen zaman zaman açıkgöz ve becerikli hırsızlar tarafından gözlerden sürmeler çalınırdı. Günümüzde göz ve sürme kelimeleri bu anlamlarını yitirmiş olsalar da hâlâ hırsızlıkta marifeti ifade etmek için kullanılan "gözden sürmeyi çekmek" deyimi buradan gelmektedir.

***

Püsküllü Belâ: II. Mahmud devrinde önce askerler, ardından memurlar için resmî başlık olarak kabul edilen fes, kısa sürede halk tarafından da kullanılmaya başlanır. Fesin yaygınlaşmasının ardından değişik renk ve biçimleri, püsküllü ve püskülsüz olanları, hatta püsküllerin de envai çeşidi sokaklarda görünür. Yağmur ve kardan kalıbı bozulan, rüzgârda püskülleri sürekli karışan fesin kullanımı zahmetli ve masraflı bir iştir. Başlığın bu durumuna binaen doğan ve elinden kurtulması güç, zarara ve sıkıntıya yol açan kimse yahut şeyler için söylenen "püsküllü belâ" deyimi, bugün dahi sıkça kullanılmaktadır.

Ağzınla kuş tutsan nafile: Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü dönemlerinde, Fransa ile her alanda iyi ilişkilerin kurulduğu yıllarda, Topkapı Sarayı'nda huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransa elçisi, işinin çok önemli ve acele olduğunu söyleyerek, kızlarağasını bir an önce içeri alınması için ikna etmeye çalışır ve buna karşılık şu cevabı alır: "Şevketli padişahımız bugün çok hiddetli. Biraz önce külahından tavşanlar çıkaran, alev alev yanan çubukları ağzında söndüren, havaya uçurduğu kuşu birkaç sözüyle geri döndürüp ağzıyla ayaklarından yakalayan hünerli bir hokkabazı dahi huzurundan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile, ama yine de büyük bir hünerin varsa söyle, zat-ı şahaneye arz edeyim."

Yazarın Diğer Yazıları