Doğarken bile güldü yaşarken hep güldürdü


İnsanoğlu ölmeye görsün, üzerinde titrediği insanlar bile, değil ölüm yıldönümünü, adını bile hatırlamıyor tıpkı Altan Erbulak gibi. Halbuki Altan’ın güleç yüzü, yıllarca Milliyet Gazetesi’nin en somurtkan kişilerinin bile tebessüm simgesi olmuştu.
Altan Erbulak yaradılıştan gülmeyi bir bakıma alışkanlık haline getiren nadir insanlardan biriydi. 1929 yılında Erzurum’un en soğuk ve karlı bir gününde dünyaya geldiği zaman ebesi bile annesinin acısını unutturan şu sözü söylemişti;
“-Hanım, bu çocuk göbeğini keserken bile gülüyordu, bu aç bile kalsa, bunu karda cırıl cılbah yatırsan bile gene de sana gülücüler verir!.” dediğinde doğum sancılarının acısından kurtulmaya çalışan annesi bile gülmüştü.
Bu anısını, tiyatroda oyunu sırasında söylediğinde, Küçük Sahne yıkılacak gibi kahkahaya boğulmuştu.

Pek çok filmde rol alan, tiyatro sahnelerin aranan insanı Altan Erbulak, gecenin çok ileri saatlerinde bile sahneden ayrıldığında, sevenleri kendisini bırakmaz, fuayedeki sohbetler, espriler değişik lokallerde devam ederdi ama Altan Erbulak, ibadet edercesine ayni saatte Milliyet gazetesindeki masasında işinin başında olmayı da prensip haline getirmekle tanınırdı. Doğduğu Erzurum’dan ailece İstanbul’a geldiğinde öğrenimini burada yaptı sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisi imtihanını kazandı. Küçüklüğünden beri elindeki kalemle resimler yapmıştı. Hatta ilkokulda, öğretmenin resmini çizince, öğretmeni resmi elinden düşürmemiş diğer öğretmenlere gösterirken şunu demişti;
“-Benim fotoğrafçım 301 Altan, ben artık vesikalık resim çektirmeyeceğim, kalemiyle benim resmimi çekmiş, neden resim için fotoğrafçıya para vereyim!...”
Ve bütün öğretmenler, öğle paydosunda Altan Erbulak’ın sınıfında resim için sıralarda oturur, resimlerinin çizilmesini beklermiş. Milliyet gazetesindeki her resmi olay olan Altan Erbulak, 1988 yılında 59 yaşında vefat ettiğinde, Milliyet gazetesinde arkasından göz yaşı dökenlerden ancak iki, üç kişi kalmıştı ki, kimi kendisi gibi ahrete göç etmiş, kimisi de kadro dışı kalmıştı ve böylece ölüm tarihi bile unutulmuştu.


Basında ilklere imza atan Tasfir-i Efkâr’ın 3 ünlüsü

Bu gün adını bile anmayanlar gibi  bilmeyenlerin de çokluk olduğu Tasfir-i Efkâr Gazetesi, Bab-ı Âli’nin bir ara en büyük gazetelerinden biri olarak tanınıyordu. Tevfik Ebuzziya (1849-1913) tarafından 1908 yılında kurulduğunda, gazete işi dışında bir ilke de imza atmış ve “Ebuzziya Takvimi” ni satışa çıkarıp büyük ilgi toplamıştı. Sonra aynı adla Dergi ve hatta Kütüphane bile kurulmuştu. Tasfir’i Efkâr Gazetesi, Padişah hakkında “Sultan” kelimesini kullanmadığı ve övücü söz etmediğinden kapatıldı. Sonra Cumhuriyet döneminde tekrar yayına başladığında büyük tiraj da yapmıştı. Atıf Sakar Yazı İşleri Müdürlüğünü yönetirken, gazete bir yönetim yeniliği olarak ilk kez  Gazete İdare Müdürlüğü makımını tesis etti. Bunun başına da 1896 doğumlu Kâzım Öcalır diye bir muhasebeciyi atadığı günlerde bir hayli tatlı ve cinaslı sözlerin hedefi olmuştu. Ama Kâzım Öcalır gazeteye öyle bir disiplin getirdi ki, 5 kuruş bile harcayan eğer fatura veya makbuz getirmezse, parasını alamaz, müdür de arkasından “Yandı gülüm keten helvam” diye türkü okurdu. Kâzım Öcalır sonra Zaman Gazetesi’nde ayni görevi yaptı oraya da disiplin getirmişti ve hatta Yeni Sabah Gazetesi’nde de hükmünü sürdürdü... Ünlü kişi olmuştu. Mehmet Emircan da devamlı muaviniydi onu da her gittiği gazetede yanından eksik etmezdi. Atıf Sakar da çok geçmeden Cumhuriyet Gazetesinin Yazı İşleri Müdür Muavinliğine geçti o da güzel ve yararlı işler yaptı.
Gazetenin Tarihçi yazarı Feridun Kandemir ise gazeteye, kolunda kalın bir dosya ile gelir masasında oturur, gazetenin çaycısı Mehmet de adeta çay servisini yalnız onun masasına yapar, Feridun Kandemir’i hiç çaysız bırakmazdı. Onun kalın dosyalarını bile çok kez Sirkeci Tren Garına kadar taşımaktan da zevk alırdı. Nitekim bu resimde bile hemen arkasında yer almıştı.

Yazarın Diğer Yazıları