‘Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir’
Dünya Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart'ta, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal başarılarını kutlamak ve kadın haklarına dikkat çekmek için uluslararası bir gün olarak kabul edilmiştir. Kadın hakları hareketinde bir odak noktası olan Dünya Kadınlar Günü’nün kökleri, 8 Mart 1908’de New York’ta çalışan kadının yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmeleriyle, kadın işçilerin haklarını almak için başlattıkları kadın işçi hakları hareketlerine dayanır.
1909'da New York'ta bir "Kadınlar Günü" düzenlendikten sonra, 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi delegeleri bundan böyle her yıl bir "Kadınlar Günü" düzenlenmesi önerisini getirmiş ve öneri oy birliğiyle kabul edilmiştir.
1917'de Sovyet Rusya'da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra da 8 Mart ulusal bayram olmuştur.
Kadınlar Günü, 1967'de feminist hareket tarafından benimsenene dek ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve komünist ülkeler tarafından 8 Mart’ta kadınlar günü etkinlikleri yapılmıştır. 1975'te Birleşmiş Milletler tarafından kutlanmaya başlanan Kadınlar Günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1977 yılında aldığı kararla Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler kendi geleneklerine ve tarihlerine uygun bir günü Uluslararası Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü ilan etmeye davet edilmişlerdir.
"Dünya Kadınlar Günü" olarak 8 Mart gününün belirlenmesine; 8 Mart 1857'de ABD'nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin kurulan barikatlar nedeniyle kaçamamaları sonucunda 120 kadın işçinin ölmesi, 8 Mart 1908'de ABD'nin New York kentinde çoğu sosyaIist olan kadın işçilerin öncülüğünde sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriyle miting düzenlenmesi, Rusya'da çarlığın yıkılmasına yol açan 1917 Şubat Devrimi'nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleri ile başlamış olması, Dünya Kadınlar Günü’nüm 8 Mart’ta yapılmasına kaynaklık eden olaylar olarak gösterilmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etmesiyle kadınlar günü tarihi perçinlendi.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, iki komünist kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova'nın girişimi ile gerçekleştirilmiş fakat uzun yıllar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmemiş ancak 1975’te Birleşmiş Milletlerin etkinliği nedeniyle Türkiye'de "Kadın Yılı Kongresi" yapılmış ve her yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlanır olmuştur. 12 Eylül Darbesi'nden sonra tekrar askerî cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle hiçbir kutlama yapılmasına izin verilmemiş, 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya devam edilmiştir.
"Dünya Emekçi Kadınlar Günü" adı altında kutlayanlar da olmuş, 2014 yılında İstanbul Valiliği tarafından Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi'nin yürüyüş ve miting yapılabilecek yerler listesinden çıkarılmasından sonra 8 Mart günü İstiklal Caddesi'nde Feminist Gece Yürüyüşü yapılmaya birkaç yıl devam edildiyse de 2019 yılında polis İstiklal Caddesi'nde toplanan binlerce kişinin yürüyüş yapmasını engellemiştir.
Dünya Kadınlar Günü, birçok ülkede ulusal tatil olarak kutlanır ve kadınların siyasi ve sosyal hayatta daha fazla yer alması, eşit haklar ve fırsatlar için mücadele edilmesi için bir vesile olarak kabul edilmektedir. Bu hareketin renkleri olarak kabul edilen mor, yeşil ve beyaz kadınlar için uluslararası bir sembol haline gelmiştir.
Aile, tüm toplumların vazgeçilmez en küçük sosyal birliğidir. Bu birliğin temel taşı ise kadındır. Kadın, anne, eş, abla vb. unsurlarla aile içinde olduğu kadar, kadın kimliği ile de Türk toplumunda önemli bir yere sahiptir.
Bütün kültürlerde kadın ön plandadır. Yaratılış destanlarından anlaşıldığına göre, en eski dönemlerde Türkler arasında kadının çok önemli yeri vardır. Tanrı Karahan'a yaratmayı ilham eden de Ak Ana'dır. Mitolojide dünyanın dört çağı kadın figürleriyle temsil edilmiştir. Bunlardan, Altın Çağı simgeleyen resimlerde kolundaki meyve ve çiçek sepetiyle bir zeytin dalına yaslanmış genç bir kadın olarak temsil edilir.
Gümüş çağı simgeleyen resimlerde, elinde buğday başağı olan kadın, Tunç Çağı simgeleyen resimlerde başına beyaz çiçeklerle süslü taç takmış kadın, Demir Çağı simgeleyen resimlerde de eli tunç muştalı kadın olarak gösterilir. Türk kültür tarihinde destanlardan Dede Korkut hikâyelerine, Dede Korkut'tan günümüz yazınına kadar aile yaşamında işlenen konuların tümünde kadının önemli bir işlev yüklendiği görülür.
Özellikle Oğuz Kağan, Dede Korkut gibi metinlere bakıldığında, kadının anne olma hüviyetiyle kutsal bir özellik taşıdığı görülebilir. Bu da neslin devamı için kadının taşıdığı önemin sunumudur. Destan metinlerinde, kadın, erkeğini yeri geldiğinde teskin eden, onunla birlikte acılar çekebilen, özellikle zorluklara katlanabilen güçlü bir imgedir.
Atatürk'ün dediği gibi "Şuna kâni olmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir."
Türk halk edebiyatında kadın imajının kendine özgü bir betimlemesi vardır ve halk şiirinde görülen, “kara saçlı, kara gözlü, al yanaklı kadın” tiplemesi öne çıkmaktadır.
Halk şiiri denilince akla gelebilecek ozanlardan biri hiç kuşkusuz ki Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan söylediği güzellemelerde, kadın ön plandadır.
Karacaoğlan'ın şiirlerinde sevgili soyut varlığı önemsenmeden somut bir varlık olarak ele alınmıştır. O'nun aşkı somut bir aşktır. Karacaoğlan, kadının güzeline büyük bir sevgi duyar. Över güzelleri:
Eşe'nin kaşı da kalemden ince
Sevmeye Hürünün belleri güzel
İsteğini de dolaylı olarak değil:
Ben güzele güzel demem
Güzel benim olmayınca
gibi diyeceğini dolaysız olarak, doğrudan söyleyiverir. Ona göre bir insanın yaşamında sevmek ve sevişmekten daha önemli bir şey yok gibidir. Divan şiirinde de kadın için aynı şey söz konusudur. Nedim’in:
Sırma kâkül sîm gerden zülf tel tel ince bel
Gül yanaklı gülgûli kerrâkeli mor hâreli
beyitinde sevgilisinin fizikî özelliklerini uzun uzadıya tasvir ederek övmesi de divan şiirinin kadına bakışını yansıtmaktadır.
Servet-i Fünûn dönemindeki güzel, son derece romantik bir kalem efendisinin uzaktan uzağa hayran olduğu kadındır. Cenab Şahabettin’in:
Ben ne yazsam bütün makâlâtım
Sana dair birer teessürdür
dizelerinde görüldüğü gibi şair, şiirinin merkezine kadını almış ve şiirini onun varlığına bağlamıştır. Kadını güzel olma, bu yönüyle ilham verme özelikleriyle sanatın odağına oturtulmuştur. Cumhuriyet dönemi şiirine gelene kadarki evrelerde kadın temasının niteliğinde çok fazla değişiklik görülmez. Beş Hececiler olarak anılan şairlerimizin şiirlerinde de durum aynıdır.
Cumhuriyet döneminde kadın, Nazım Hikmet’e kadar fazla bir değişiklik göstermez. 1940’lı yıllardan sonra, kadın şiirde önemli bir evrim geçirip somut bir kadın kimliğiyle şiirde yerini alır. Nazım Hikmet’in şiirlerinde kadınlar sosyal kimlikleriyle öne çıkar.
Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz
dizelerine yansıttığı gibi Nazım’da kadın, yeri geldiğinde erkeğin dava arkadaşı, karısı, sevgilisidir.
Tüm kadınların “Dünya Kadınlar Günü” kutlu olsun…