Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

Erdoğan’ın paramiliter rejim muhafızları

 

Bireysel özgürlüklerin, toplumun saadeti ve refahını sağlamak gerekçesiyle devlet eliyle ortadan kaldırıldığı ya da sınırlandığı rejimlere totaliter rejimler deniliyor.
İlk kez Mussolini kullanmış bu kavramı, İtalyan halkının geleceğini kurtarmak için yeni bir toplum inşa edeceklerini anlatırken!
Bu rejimlerin en belirgin özelliği liderin tek güç olmasıdır. Her şeyi o bilir, her şeyi yapma hakkını da kendinde görür, kimseye hesap vermek, açıklama yapmak zorunda da değildir.
(...)
Günümüzde bu rejimlerin dünyanın değişik yerlerinde örnekleri var, bir tanesinin de Türkiye’de tesis edilmesine çalışılıyor.
(...)
Dertleri toplumu yeniden dizayn etmek, toplum mühendisliği yapmak.(...) Başka hayat biçimlerine bu toplumda yer olmadığının mesajını vermek, herkesin kendine çekidüzen vermesini sağlamak.
(...)
Biliyorsunuz, 10 bin kişilik  “polis olmayan ama polis gibi silah taşıyabilecek” bir paramiliter ordu da kuruyorlar.
Bunlar şimdilik üniversitelerdeki kafalarına göre aykırı buldukları çocukları dövmekle işe başlayacaklar, sonra elbette başka görevleri de olur.
Böyle rejimler her zaman  “rejim muhafızlarına”  ihtiyaç duyarlar, bu 10 bin kişilik paramiliter ordu da Erdoğan’ın rejim muhafızlarının çekirdeği olacak belli ki.
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet

 

+++

 

Emniyet İstihbarat’taki “tasfiye”
birilerinin paçalarını tutuşturmuş gibi

 

Ergenekon’dan Balyoz’a, KCK’dan El Kaide’ye kadar kritik dosyaları takip eden tüm birimler tasfiye edildi. Yerlerine 10 yıldır istihbaratta çalışmamış polisler atandı. İstihbarat dünyasını temelden değiştirecek yönetmelik değişikliği de yolda.
Emniyet İstihbarat’ta yapılan bu operasyondan sonra adeta son on yılın hafızası gitti. (...) Başkentte konuşulanlara bakılırsa emniyet istihbaratındaki bu radikal değişim sürecek. Hatta isim listelerinin hazırlandığı da artık sır değil.
Adem Yavuz/Arslan

 

+++

 

Gerçeğin inkar edilemez hali

 

Bugüne dek o alanda izlediğim mitinglerin hiçbiri için, “Bundan daha kalabalıktı” diyemem...

 


MHP’nin, açılım süreci ardından başlattığı mitinglerin üçüncüsünü cumartesi günü Adana’da izledim.
Mitinge giderken uçakta, son kongrede Devlet Bahçeli’ye rakip olup ciddi bir oy alan Koray Aydın’la karşılaştım.
Katıldığı ilk mitingmiş; ’halka gidiş’ diye gördüğü MHP’nin bu atağını çok doğru bulduğunu, güzel dönüşler aldığını söyledi.
Yıllardır hemen hemen her partinin mitingini izlediğim İstasyon Meydanı’ndaki kalabalığı da görünce, açılım sürecinin MHP’de önemli bir kenetlenme yarattığını düşündüm.
Mitinge başka partilere oy verenler de katılmış olabilir; ama bugüne dek o alanda izlediğim mitinglerin hiçbiri için, “Bundan daha kalabalıktı” diyemem.
(...)
İlk kayda geçirilmesi gereken nokta; ’Türk’ sözcüğü üzerindeki her tür tartışma, milliyetçi duyguları heyecanla ayağa kaldırıyor.
Açılımı destekleyenlerin, eleştiri getirenleri küçümseyen, aşağılayan her söz ve eylem de o heyecanı alevlendiriyor, mağduriyet duygusu yaratıyor.
Çünkü, hiç de küçük olmayan bu kitle, gidişatın bölünmeyle sonuçlanacağı konusunda ciddi kaygılar taşıyor.
Bunu anlamak için, neredeyse 40 dereceyi bulan sıcağa rağmen alanı dolduranların, Bahçeli’nin açılımla ilgili sorularına verdiği ’Evet/Hayır’haykırışlarının ses dalgasının yüksekliğine bakmak yeterli.
(...)
Anladığım bu kitle bugün için,  “Türkiye sahipsiz değil; kimse yoksa biz varız. Türk olmayı suçlu gibi göstermenin karşısında duracağız”  demek istiyor...
Şükrü Küçükşahin/Hürriyet

 

+++

 

Anketçiler ne kadar gizlerse gizlesinler...

 

Cumartesi günü MHP’nin Adana’da düzenlediği Vatan Mitingi’ni izleme fırsatınız oldu mu?
O büyük meydanda iğne atsan yere düşmüyordu.
Adana, oradaydı.
Hatta Türkiye oradaydı...
Anketçiler ne kadar gizlerlerse gizlesinler; aşağıdan yukarı kaptırmış, MHP geliyor.
Rıza Zelyut/Güneş

 

+++

 

“Bu yazıyı okumaya başlayanları empati yapmaya çağırıyorum...”

 

Son savunma yarışması

 

Diyelim ki, bir gün kendinizi, çoğunu tanımadığınız 20 kişi ile birlikte yargı önünde buldunuz. Mesleğiniz, yaşam biçiminiz, dünya görüşünüzle ilgili her şeyden olağanüstü suçlar üretilmiş.
Her şeye karşın kendinizden eminsiniz, nasıl olsa çok geçmeden gerçek ortaya çıkar, dediniz. Ancak süreç öyle işlemedi, sizinle bağlantılı buldukları 20 kişi ile birlikte suçsuzluğunuzu ispatlamadan kurtuluş yok.
Avukatlar tuttunuz, binlerce sayfalık iddianameyi, eklerini okudunuz, yargıç karşısına çıktınız. Süre de yeterli, 2-3 gün boyunca kendinizi anlattınız.
Tam davanın tümüyle anlaşıldığını düşündüğünüz anda, 30 kişilik bir başka davayı sizinki ile birleştirdiler. Sizin onlarla da birlikte aynı terör örgütünün üyesi olduğunuz iddia edildi. Daha bu yeni davanın sizinle nasıl bir bağlantısı olabileceğini çözmeden bir dava daha bağlandı, sonra bir daha. Bu arada gizli-açık onlarca tanık da ifade verdi.
Başlangıçtaki hacminin 15-20 katına çıkan davada sıra son ve esas savunmaya gelince mahkeme,  “2 saatlik süreniz var. Süre dolunca mikrofonu keserim” dedi.
İtiraz edince de şu karşılığı aldınız:
“Başlangıçta çok konuşmuştunuz!”

 


***

 


Silivri’deki son savunmaların seyri yukarıda aktardığımız gibi.
(...)
Mahkeme heyetinin gözettiği iki konu var:
Sanık süreye uyuyor mu?
Suç unsuru oluşturacak şeyler söylüyor mu?
Duruşma salonunun dev ekranının ortasında salonun büyüklüğüne yaraşır süremetre yansıtılıyor. 2 saatten geriye doğru saniye saniye zamanı gösteriyor. Süresi azalan sanık bir zamana, bir önünde hazırladığı savunma destesine, bir avukatına bakıyor. Yarışmadaymış gibi ani tercihler yaparak ilerliyor. Sayfa atlıyor, bazı bölümleri hızla okuyor, bazı konular için,  “Bunu daha önce açıklamıştım, umarım aklınızda kalmıştır” deyip yenisine geçiyor.
Savunmanın suç unsuru taşıması bugün olmasa bile ileride, Türkiye hukuk zeminine oturduğunda çok tartışılacak bir konu. 5 yıldır tutuklu yargılanan, hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen bir sanığın 2 saate sıkıştırılan son savunmasını özgürce yapması temel bir adil yargılama hakkıdır. Yargıtay’ın, AİHM’nin bu yönde kararları var ama, Silivri’de bunların hükmü yok.
Böyle bir iklimde oluşan hükmün, hükmü ne kadar olur?..
Mustafa Balbay/Cumhuriyet