MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Cumhuriyete “reklam arası” dediler... Geliyorum diziye...

İlk denemesinde düşünce, at istemez padişah... “Ben yürüyeyim”  der... Yönetmen:
“Ama madem Osmanlı oldunuz sefere çıkıyorsunuz... At olmadan Viyana’ya kadar yaya git git bitmez, o bakımdan...”
Padişah:
“Ama düşerim... Şimdi diklenmeyeceğiz, dik duracağız... Bindiğin zaman ne oluyor, adeta düşme noktasında yukarıdasın...”
***
Merdivenden inme sahnesine böyle geçildi... Merdivenlerin iki yanına 16 Türk Devleti’ni temsilen tarihi giysileri içinde muhafız alayı askeri koydular... Görüntü muhteşemdi:
Bıyıklar takma... Mızraklar oklava... Kalkanlar sac kavurma... Zırhlar soba... Saray zaten kaçaktı...
***
(Tam bir “inme”  sahnesidir o, unutma...)
***
Hoşuna gitti... Hangi merdivene yönelse, tarihte kalmış, asker görünümlü eski askerlerin koşup yerlerini almalarını istedi... Askerlerin hepsinin adı Necdet’ti...
***
İşte... Bunu görünce, yaklaşan milletvekili seçimleri nedeniyle çok duygulanması gerektiğini düşünen hanım kardeşimiz milletvekili o tiviti attı... “O resmi iyi okumalı... Muhteşem bir zeka... Tabi Cumhurbaşkanımızın zekası... 600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi...”
O resmi kendisi iyi okusa:
Soyulmuş Türkiye’yi unutturma tablosu o... Aşçının leğenlerini, bahçıvanın süpürge saplarını, kürkçünün bıyıklarını, sobacının borularını geri alması halinde, geriye don gömlek kalmış millet reklamı olduğunu görecek...
***
Ben size söyleyeyim:
Artık içiniz rahat olsun, bu kadar saçmalamaya başladıklarına göre işin sonudur... Bunca gayriciddilikten ciddi bir şey çıkmaz...

Beş ay daha seyredin...

Dizi bitiyor...  

 Bekir Coşkun Sözcü

Geçmişten hiç ders almıyorlar
Dünya tarihinde bir rekordur. 16 devlet kurmayı başarmışız. İyi güzel de... Şimdi şu soru geliyor akla... Türklerin kurduğu devletler neden yıkıldı?
Bir milleti ayakta tutan kurumlar vardır.
Aile, ordu, devlet yapısı, adalet sistemi, vatan kavramı ve din... Bu kurumlar hırpalandığı zaman, o millet, o devlet, bir süreç içinde yıkılmaya mahkûm olur.
Tarihteki bütün Türk devletleri iç çekişmeler ve bölünmeler nedeniyle güçsüz düşmüş ve batmıştır.
Bugün içinde bulunduğumuz şartlar, tarihte yok olan o Türk devletlerinin yaşadığı şartlara çok benziyor.
Rahmi Turan Sözcü
 

Markopaşalar
“Toplatılmadığı zaman çıkar”, “Yazarları hapiste olmadığı zaman çıkar.” 1940’ların ikinci yarısında yayınlanan mizah dergisi Markopaşa’nın kapağındaki bu iki cümle hemen göze çarpıyor.
Toplatılıyor ve arka arkaya kapatılıyor. Mizahta yaratıcılığın sonu mu var, Markopaşa kapatılıyor, Merhumpaşa, o kapatılıyor, Malumpaşa, o kapatılıyor, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, kapatmaya devam, başka isimlerle yayına devam, Hür Markopaşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler. Yazarları çok ünlü, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz yazıları, Mim Uykusuz çizgileri ile bu dergilerde.
Fransız mizah dergisi Hara-Kiri gerçekten büyük devlet adamı Charles de Gaulle’ü eleştirdiği için 60’larda kapatılıyor. Onun yerine çıkan, saldırıya uğrayan Charlie Hebdo adını bu kapatmadan alıyor, Charles de Gaulle’e atfen   “Charlie”  adıyla.
Bizde 1870’lerde Diyojen, Hayal, Çaylak ile başlayan mizah dergileri 1940’larda, 50’lerde Akbaba, Karakedi, Tef, Dolmuş, Kırkbirbuçuk, 70’lerden sonra Gırgır, Fırt, Çarşaf, Limon, Hıbır, günümüzde Leman, Penguen, Uykusuz, OT ile devam ediyor, eksik saydığımı biliyorum, kusurum af ola. Hepsi iktidarların hedefinde, hepsi yüksek tirajlı. Gırgır bir ara Mad (Amerika) ve Krokodil (Rusya) ile birlikte dünyada en çok satan mizah dergileri arasına giriyor. Mizah bizde sıradan kişilerin günlük yaşamıyla başlıyor, sonra gülerken kendisiyle hesaplaşma, özeleştiri yolunu açıyor. İster istemez siyasal hicve uzanıyor. Ne çare ki, her siyasinin hicvi kaldırması zor. İçine sindirmesi için demokrat kimlik, engin kültür, hoşgörü gerek. O eksiklik, o hamlık, kapatma, hapis ve sürgünle sonuçlanıyor.
En genel anlamda yazının her türü ve karikatür, ne çektiyse, üstlendiği görevinden çekiyor, her yerde ve bizde. Yıllardır öldürüyorlar, işten atıyorlar, yine de var, yine de olacak.
Yalçın Doğan Hürriyet
 

Uygarlıklar çatışması

(...) Sovyetler’in 1991’de çöküşünden sonra başlayan “Küresel Dönemin” birinci “umut” aşaması, on yıl sonra İkiz Kuleler saldırısı ile bitmiş, artık “Uluslararası Terör” ve “Sınırların yeniden çizilmesi” aşaması başlamıştı.
Zaten Sovyetler’in çöküşünden sonra, Balkanlar, Ortadoğu karışmış, yeni devletler ortaya çıkmaya, var olanlar parçalanmaya başlamıştı...
ABD,  “Kitle İmha Silahları var” yalanını kullanarak Irak’ı işgal edince Ortadoğu ve Kuzey Afrika,  “Arap Baharı” aldatmacasıyla, yepyeni bir krizin içine girdi.
Elbette Avrupa ve tüm dünya da bundan etkilendi:
Bir yandan İslam adına yapılan terör eylemleri, öte yandan İslamofobi, el ele, eşzamanlı olarak gelişti, bütün Avrupa’yı ve dünyayı pençesine aldı.
İşte Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı ve Türkiye de dahil olmak üzere, öteki ülkelerde yaşananlar bu bağlamda görülmelidir.
***
Bu “Uygarlıklar Çatışmasını” durdurmak için derhal önlemler alınmaya başlanmalıdır!..
Emre Kongar
Cumhuriyet
****

“Derdimi ummana döksem” sözü tarihe karışacak
(...)  “Derya” bizde büyüklüğün,  tükenmezliğinin, sonsuzluğun temsilcisi olarak kullanılan bir kelimedir.  “Derya”  ya da  “deniz” in en son hali ise  “okyanus”  ya da “umman”dır.  Aşılmazlık kadar bozulmazlığın simgesidir bunlar.  Derdimizi ummana dökeriz, o kadar büyüktür ki,  orada kaybolup gider!
Artık gitmiyor!
Son bilimsel raporlar, iç denizlerden sonra  okyanuslardaki bozulmanın da kriz boyutlarına vardığını ortaya koyuyor. Çok net olarak görünüyor ki, büyük denizlerin ekolojik dengesi geriye dönülmez çöküşün eşiğindedir: Sular ısınıyor, kirleniyor,canlı türleri tükeniyor...
Konunun televizyon belgesellerinden bildiğimiz balina avcılığını çok aşan boyutları var.  Aşırı avlanmanın yanı sıra,  suya dökülen asitli pisliğin sonuçları balıklar aleminde  çok çarpıcı bir şekilde görünüyor.
(...)
Sorun okyanus boyu imiş, umman bitiyormuş kimin umrunda!   
Büyük Okyanus’un kenarından yazdığım bu yazıyı okuyan kimi okurlarımın da  “Aman, ülkenin bu kadar sorunu varken şimdi bunun sırası mı?” diyeceğine eminim!     

Haluk Şahin Yurt