Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN

Ahmet B. ERCİLASUN

Duruş

12 Eylül,  hiç şüphesiz Türk milliyetçilerine haksız olarak vurulmuş bir darbedir. 12 Eylül’den ve Kenan Evren’den bahsederken “sağa da sola da karşı, sağdan da soldan da...” gibi ifadelerle söze başlamak doğru değildir. Eline silah alıp kendilerini devrimci diye adlandıranların büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği’ne bağlıydı ve amaçları Türkiye’yi bir Sovyet Cumhuriyeti hâline getirmekti.  Elbette Amerikan karşıtı idiler. Ama bu karşıtlık onları aklamaz ve Sovyetler’e bağlılıklarını ortadan kaldırmaz. Milliyet gazetesinin Moskova muhabiri Cenk Başlamış, KGB arşivlerine dayanarak bazı sosyalist parti ve örgütlerin Sovyetler Birliği’nden para aldığını Milliyet gazetesinde günlerce yazmıştı. 12 Eylül öncesinin devrimcileri üstelik, Kürtçüleri de içlerinde barındırıp büyütmüşlerdi.

Türk milliyetçileri ve ülkücüler hiçbir dış güce bağımlı değildiler. Ana uranlarından (sloganlarından) biri “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin / Her şey Türklük için!” idi. Devrimcilerin gösterilerinde sık sık Lenin ve Mao’nun resimlerini görebilirdiniz. Fakat ülkücülerin gösterilerinde hiçbir yabancı devlet liderinin resimlerini görmeniz mümkün değildi. 12 Eylül’den önceki günlük gazeteleri tarayan herkes bunu görebilir.

Silahlı örgütler kurarak ülkeyi Sovyetler’e bağlamak isteyen devrimcilere karşı Türk milliyetçileri ve ülkücüler gerekli direnişi göstermişlerdir. Kavga sağ - sol kavgası değil, dışa bağımlı olanlarla olmayanların kavgası idi. Bu sebeple 12 Eylül’ü ve Evren’i eleştirirken, ülkücülerle diğerlerini aynı kefeye koymak doğru değildir. O zaman bizim darbecilere itirazımızın ana ekseni de buydu; dışa bağımlı devrimcilerle, ülkenin dışa bağımlı olmasını önlemeye çalışan ülkücüleri nasıl aynı kefeye koyarsınız, diyorduk. Türk milliyetçilerinin bunu unutmaması gerekir.

Ülkücüler çok ağır işkenceler görmüşlerdir. Ancak kültür, sanat ve basını ihmal ettikleri, daha da ileri giderek söyleyeyim, böyle bir dertleri olmadığı için çektikleri acıları ve haklılıklarını topluma anlatamamışlardır.  Şimdi de darbe söylemleri üzerinden Türk ordusunu yıpratanların ve zaten her türlü millî değeri yıkmaya çalışanların âdeta gölgesinde kalarak, kıyıdan köşeden cılız bir şekilde seslerini yükselterek,  biz de çok işkence gördük, biz de haksızlığa uğradık, demeye çalışmaktadırlar.

Vahşi bir şekilde özgürlükleri yıllarca ellerinden alınan ülkücülerin ve yakınlarının duygularını anlıyorum. Onlar içerideydiler, işkence altındaydılar ve zalimlere karşı ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Ama 12 Eylül’den önceki son seçimde 16 milletvekili çıkaran MHP’nin milyonlarca seçmeni vardı. Bunlardan kaçı gerekli tepkiyi gösterebildi? Mahkeme kapıları önünde on binlerce kişi günlerce değil aylarca birikemez miydi? Zalime iktidarda olduğu zaman direnmek yiğitliktir, asalettir. Düşene vurmayı, düşene sövmeyi sevmiyorum. Söyleyeceksek de, yazacaksak da kendimize yakışır bir tavır bulmalıyız.

Bence şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum 12 Eylül öncesinden de vahim. Vatanın bir bölümünü gaspetmek isteyen bölücü örgüt ve parti  niyetini saklamıyor ve açıkça devlete meydan okuyorlar. Bir başka parti de bir yandan cumhuriyetin temellerini bir bir yıkıyor, diğer yandan çözüm süreci adı altında bölücülerle görüşme yapıyor. Üstelik ne yasa ne yargı dinliyorlar; suçlarını örtbas etmek ve rejimi istedikleri şekle sokmak için zulüm üstüne zulüm inşa ediyorlar. Dini kullanarak, kutsal kitabımızı kullanarak, insanları aldatarak, boyun damarlarını şişirerek, ellerini böğürlerine bastırarak, koca koca yargı organlarına talimatlar vererek “zulmün alâzulm” diyorlar. İşte yiğitliğin gösterileceği yer! Düşmüş zalime vurmak, sövmek kolay. Yiğitlik, gücü elinde tutan zalime diklenmektir. Varsa eğer bir gücümüz -ki ben hâlâ var olduğuna inanıyorum- şu andaki zulme, şu andaki ihanetlere karşı durmalıyız. Türk milliyetçisinin görevi Türklüğü korumaktır. Şimdi Türklüğümüzü korumayacaksak ne zaman koruyacağız? Yoksa şimdiki zalimler ve hainler düşünce mi onlara vurmayı düşünüyoruz? 

Yazarın Diğer Yazıları