Edebiyat hocası ile yazar

Edebiyat hocası ile yazar
İki binli yılların başları. Bir gazetede hayatı yazarak geçinip gidiyordum. Yazıyı yalın, cesur ve yürekten yazmaya çalışıyor, çeşitli etkinliklere elimden geldiği kadarıyla destek veriyordum. Ve buna şiir dinletilerinde bulunmak da dahildi...

Hafif yengeç yürüyüşüyle süzüldüm şiir dinletisi yapılan kafeye akşam saatlerinde Kadıköy'de. Epey insan vardı içerde. Şair sıkı, belki de ondandır diye mırıldandım kendime yer ararken. Masanın birinde orta yaşlı bir adam arkadaşıyla oturuyordu. Bir sandalye boştu. İzin istedim oturmak için. Baştan aşağıya süzdükten sonra "oturun" dedi.

Şiirler okundu, alkışlandı. Kimi zaman hüzünlenip, kimi zaman gülümsedik. Sahneye çağırdılar bir ara. İki dakika bir şeyler söyleyip indim. Zaman su gibi aktı ve dinletiye on dakika ara verildi.

Hoca bana dönerek, "Ben edebiyat öğretmeni ..., sizi tanıyabilir miyim?" dedi. Tanıttım kendimi. Adam ciddi bir şaşkınlık yaşadı. Bir çay istedi garsondan ve birkaç hal hatır cümlesinin ardından bir anısını anlatmak istediğini söyledi. "Elbette" dedim.

"20 yıl önce bir edebiyat fakültesinin kantininde oturuyordum. Beyaz çoraplı genç bir adam yanıma yaklaştı ve selam verip yan masaya oturdu. Bir süre süzdü beni. Rahatsız oldum, ama belli etmedim. Resmimi yapmak için izin istedi, bu eğitimsiz, mekana yakışmadığını düşündüğüm adam. İyi çiz dedim kayıtsızca. Yarım saat sonra eskizi uzattı bana. Gözlerime inanamadım! Tıpkısının aynısıydı... Hediye etti bana. Müthiş etkilendim. Teşekkür ettim. Ve asla giyimi kuşamıyla bir insanı değerlendirmemeye yemin ettim orada."

"Peki neden anlattınız bu anınızı bana" dedim.

"Yeminimi çiğnedim Beyefendi" dedi mahçup bir edayla, "az önce kafeye girerken izledim sizi. Yürüyüşünüz kabadayıcaydı. Bu serserinin işi ne burada dedim içimden. Özür, böyle düşündüm. Beni affedin."

"Gerekli dersi aldıysanız, elbette."

"Bir şiir kitabım çıktı, bakabilir misiniz bir ara."

"Verin; bakar, size görüşümü söylerim birkaç gün sonra."

"Canım yarım saatte bir bakıverseniz."

Adama ters ters baktım. İyi akşamlar diledim sonra, davetlisi olduğum şairden de izin isteyip çıktım mekandan...

BEYEFENDİ

Zamanı en çok istediğine ayır

Zaman diye söylendi gecenin içinde bir neden olmadan, duvardaki kocaman saatin durmadan ilerleyen saniye sayar aletine bakarken. Hayat kısa diye de ekledi. Eskiden olsaydı aklına bir cigara düşerdi, ama artık çok gerilerde kaldı dedi o günler. Bir kez daha baktı saate ve birden 10 yıl geride buldu kendini.

Salaş bir sanatçı dostunun evine gitmesi gerekiyordu. Zira sanatçı, ölgün bir ses tonuyla yardım istemişti. Ağır adımlarla çıktı şairin daireye giden merdivenleri. Anahtarı vardı. Kapıyı açtı ve salona baktı sonra. Salaş salon perişan haldeydi. Yerde cam kırıkları. Eskiden saat olan aletin parçaları yerlerde. Bir süre baktı bu tuhaf manzaraya Beyefendi. Bir postun üzerinde oturup demlenmekteydi sanatçı. Muhtemelen dedi gözyaşı dökmüştü bir süre önce. Kaderine sövmüş, üretimsiz geçen birkaç günün ardından yeniden panik atağın pençesine düşmüş de olmalı...

Salonun neden o hale geldiğini sordu sanatçıya. Saatin yerini işaret etti başıyla sanatçı. Saatin eski yerine baktı Beyefendi, sonra da yerdeki hallerine. Ne olduğunu sordu yeniden.

Yerdeki bakışlarını kaldırdı sanatçı ve bezgin bir tavırla "zaman" diye tısladı.

"Anlamadım" dedi Beyefendi, "ne oldu ulan zamana?"

"Geçiyor" dedi, "zaman hızla geçiyor."

"İyi de bu salondaki halle işi ne zamanın birader?"

Müstehzi bir gülümseme yayıldı yüz hatlarına ve "Tam bir haftadır, kelime yazamadım" dedi berbat bir ses tonuyla, "ve saate takıldı bakışlarım biraz önce. Her saniye ömürden gidiyor usta. Orada tanık oluyorsun buna, baktıkça yani. Bir şey yapamadan oturuyorum. Ölümse saniye saniye yaklaşıyor. Bir an delireceğimi sandım. Ve şu labutla giriştim saate..."

Saati kıran sanatçıyı o postun üzerinde bırakarak günümüze döndü Beyefendi ve şöyle dedi:

"Neyi en çok istiyorsan birinci görevin ona zaman ayırmak olsun usta. Hayat çok kısa ve saati dövmek, sadece salaş bir sanatçı için teselli olabilir ancak..."

İŞTE O KADAR

Erkek hoşlandıktan sonra tanır, kadın ise tanıdıkça hoşlanır.

Milan Kundera

 

OKUYUNUZ

"Olağanüstü Bir Gece", seçkin bir burjuva olarak tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak "suç" işler. Böylece yeniden "hissetmeye" başladığını, hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu taşkınlık hali, onu gece âleminin son atıklarının arasına sürükleyecektir...

SOKAKLARDAN

Üsküdar'da caddenin birindeyiz... Termometre sıfıra yakın. Hanım teyze, kaldırıma çökmüş, ekmeğini çıkarmaya çalışıyor, kese, bere, atkı, artık ne alabildiyse yanına. Bir ara fotoğraf sanatçısıyla göz göze geliyor yaşlı kadın. Birkaç saniye bakışları kesişirken, "Milyonlarca insanın ekmekle arasındaki mesafe artıyor malesef" diye söylenerek devam ediyor yoluna fotoğrafçı...