Egemenlik

Sayın Turgut Özakman’ın Cumhuriyet (Türk Mucizesi) adını verdiği tarihi romanında, tarihi gerçeklere vurgu yapılmakta ve Atatürk’ün emperyalistler karşısında şahlanışını, Lozan’da İsmet İnönü’nün boyun eğmeyen tutumunu heyecan verici bilinen üslubuyla dile getirmektedir. Çılgın Türkler, Çanakkale gibi Cumhuriyet de  “vatanım, Türkiye’m” diyen herkesin kitaplığında bulunması gereken bir eser!
Meclisimizin 2009 yılının son oturumunda Egemenlik konusunda kararlı tutumları ile halkımızın yüreğine su serpmiş olan değerli temsilcileri içimden kutlarken, Cumhuriyet’in önümdeki sayfalarından da ölümsüz Atatürk’ün şu sözlerini okuyordum. Sizlerle paylaşmak istedim:
“Egemenlik hiç kimse tarafından, hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik kuvvetle, kudretle, zor ile alınır. Türk milleti de egemenliğini isyan ederek, bilfiil kendi eline almıştır. Bu olmuş bitmiş bir durumdur... Mesele bu olmuş bitmiş durumu ifadeden ibarettir... Türkiye halkı egemenliğine, kayıtsız ve şartsız hakim olmuştur. Egemenlik hiçbir renkte, hiçbir şekilde, hiçbir manada ortaklık kabul etmez. Unvanı ne olursa olsun hiç kimse milletin iktidarına ortak olamaz.”
1960 Antlaşmalarında Kıbrıs’ın bağımsızlığında ve egemenliğinde ortaktık. Bir Kıbrıs milleti var olmadığı için bu garantilenmiş ortaklığın “Kıbrıs’ın bağımsızlığını korumak için” yeterli olacağı sanılmıştı. Kavganın nedeni olan Enosis (ve onun karşıtı olan Taksim) de yasaklandığına göre bu beklenti pek de hayaldir denemezdi. Ancak ortaklıkların kalıcı olabilmesi ortakların iyi niyetine ve ortaklığa birlikte sahip çıkmalarına bağlı olduğu unutulmuştu. Rum-Yunan ikilisi için 1960 Ortaklık Devleti “Enosise sıçrama tahtası” olarak değerlendirilmişti. Gerçekten de üçüncü yılda Enosis için sıçrayıverdiler. Beklentileri çok kısa bir süre içinde Enosisi sağlamaktı. On bir yıllık milli direniş ve bunun sonunda Barış Harekâtı nedeniyle de nüfus mübadelesini kabul ederek iki kesimli federasyon zeminine düştüler. Kısacası egemenliği paylaşmak formülü iflâs etmiş oldu. Ortakların kendi sermayeleri ile (yani ayrı egemenlik ve bağımsızlıktaki hakları ile) ayrıldıkları kabul edilmiş olsaydı, Kıbrıs meselesi çoktan halledilmiş olurdu, çünkü Rum idaresi Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkamazdı, çıkarılamazdı. Meselenin hallinin uzaması emperyalist ülkelerin Türk’e karşı olan hıncından, hırsından olmalıdır. 
1960’ın ortakları Kıbrıs’ı Yunan yapmak için kan döken ve kendilerini Yunanistan’ın ayrılmaz kopmaz parçası olarak gören Kıbrıslı Yunanlılar (ellino kipriyolar) karşısında buna boyun eğmeyen, Türkiye’nin ayrılmaz kopmaz bir parçası olan Kıbrıslı Türklerdi. Bunlar da adanın eski sahibine dönüşünü savunuyorlar, bunun için direniyorlardı. Yani iki millet Kıbrıs’ın kaderini tayin konusunda kavgaya tutuşmuşlardı. Egemenlik için mücadele ediyorlardı. Atatürk’ün dediği gibi var olan, 46 yıllık mücadelemizle koruduğumuz, 26 yıllık devletimizle somut hale getirdiğimiz egemenliğimize kimse ortak çıkamaz; kimse egemenliğimizi başkası ile paylaşamaz. TBMM’de ve KKTC meclisinde bu yönde  kararlar vardır. Bunlar hâlâ geçerlidir. Meclisler bunları ters yüz eden kararlar almamışlardır.
Egemenlik, Rumlarla yapılacak herhangi bir anlaşmada, dayanılacak ve hiçbir zaman elden bırakılmayacak bir temeldir. Hak ve hürriyetler, eşitlik ve sınırlar egemenliğimizden kaynaklanmıyorsa geçici ve aldatıcıdır. 1960’daki garantilenmiş ortaklığı yıkan Rum tarafı ile yeni bir ortaklık ancak iki eşit egemen halkın ayrı ayrı egemenliklerinin kabulü ile kalıcı olabilir. Yıkım ve 46 yıllık ezgi modelini tekrarlamak akıl işi değildir. Rum tarafında ne niyet, ne de siyaset değişmiş değildir. Dünyaya “uzlaşan uslu taraf” görüntüsü vereceğiz diye bu halkı yeniden ateşe atmak hakkı kimseye verilmiş değildir.

Yazarın Diğer Yazıları