Egemenlik ve yurttaşlık bilinci
TBMM’nin kuruluştaki varlığı, yetki ve yeterlikleri ile bugünkü meclis arasındaki farkı ortaya koyabilmiş değiliz. Bir başka ifade ile kuruluştaki meclisi, yaptığı işleri, yetkilerini, nasıl kararlar aldığını tam olarak öğretemedik. Sonrakilerle ilk meclisi paralel görüyoruz.
Hayır, öyle değil.
23 Nisan 1920’de kurulan kutlu meclis, her tür görüşün temsil edildiği ve aynı zamanda tam yetkili bir meclisti.
Ne demek bu?
Mecliste bulunan çeşitli siyasi düşüncelere sahip gruplar, herhangi bir partinin güdümünde, liderinden gelecek emirlere göre hareket etmiyordu demek.
Parmak kaldır, parmak indir hesabına göre davranmıyordu. Siyasi gruplar arası ilişkiler kendi doğası içinde gelişiyor, tartışılıyor, nihayetinde ortak karara varılıyordu.
Başka?
O meclis, Ankara’daki hükûmet dâhil hepsinin üstündeydi. Bu, biçimsel olarak değil, gerçek anlamda böyleydi. Bu yönüyle sahici bir millet egemenliği ve sahiden millî hâkimiyet vardı.
Hükûmet kurulurken, her bir bakan tek tek tartışılıyor ve oylanıyordu. Başvekil de öyle. Böylece tüm bakanlar kurulu milletten topluca değil, teker teker onay alıyordu.
Meclis istediğinde, yetersiz gördüğü bakanı değiştiriyordu.
Türk Ordusu, Millet Meclisi’nin ordusuydu.
Dikkatinizi çekerim; devletin değil, meclisin bizatihi kendisinin ordusu.
Meclisin yetkileri tamdı.
İstanbul’da padişahın iradesi, Ankara’da meclisin; yani milletin iradesi geçerliydi.
Tek kişiye karşı millet.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmakla Atatürk, dünyada eşi benzeri görülmemiş, büyük bir olaya imza attı. Zihninden geçen bütün kararları meclisle paylaştı ve onay aldı.
Böylece gerçekten de ne yaptıysa millet yaptı ve millet, nitelikli bir önderin yönetiminde başardı.
Kurulan ordu, milletin, yani meclisin, o orduların başkumandanı, meclisin yani milletin tayin ettiği, görev verdiği başkomutandı. Dolayısı ile de zafer; bizzat cephede savaşan, geride bütün kalbiyle, ekmeğini, tuzunu, can pare evlatlarını orduya verip katılan milletin bizzat kendisinindi.
Dünya tarihinde bunun başka bir örneği yok.
Hâl böyle olmasına rağmen, biz okullarda bu özel durumu, her bir Türk çocuğuna hissettirerek, örnekleriyle öğretemedik. Medya, ilk meclisin kendi gerçekliğini özellikleriyle tam olarak anlatamadı.
23 Nisan geldiğinde, herkes çocuklara odaklanıyor. Sorun değil. Böylesi de lazım. Fakat madalyonun bir de millet ve egemenlik tarafı var. İşte tam bu noktada karşımıza “Bilinç (şuur)” kavramı çıkıyor.
Millî bilinç, millet/ulus bilinci ve bağlı olarak yurttaşlık bilinci.
Okullarda, vatandaşlık eğitimi dersi var. Ancak, bu derslerin istenen ölçüde bilinç yaratacak nitelikte olmadığı ortada. Çünkü halen daha, yurttaş olarak Türk ile etnik olarak Türk’ü birbirinden ayıramayan devasa kalabalıklar var.
Nereden anlıyoruz?
Anayasal yurttaşlığın getirdiği ulusal “Türk” kavramı ile etnik Türk arasında ayrım yapmadan konuşanlardan.
Hâlbuki kimse kimsenin etnik yapısını, genetiğini değiştiremez. Bir Arap’ı, “Sen Türk’sün” demekle Türk yapamayız. Kimsenin böyle bir iddiası da yok, ama herhangi bir ulusun parçası olmayı kabul ediyorsa, o ulusun yurttaşı, o devletin uyruğu yapabiliriz. Bu durumda kabul ettiği devletin yurttaş kimliğini edinir. Almanya’da ise Alman, Yunanistan’da ise Yunan ya da Helen, Türkiye’de ise de Türk olur.
Şimdi Alman ya da İngiliz veyahut Fransız ordusunda asker olan ve bu ülkelerin yurttaşlık kimliğine sahip olan, etnik kimliği ile Türk olan biri, vatandaşı olduğu ülke savaştığında, eğer savaşı kazanmışlarsa, Türkler değil, Almanlar, İngilizler veya Fransızlar kazanmış olur.
Örneğin Çanakkale’de biz, İngiliz donanmasını yendik. ANZAK’larla savaştık ama Avustralya’yı yenmedik. Çünkü karşımızda İngiliz bayrağı ve İngiliz ordu kimliği ile İngiltere vardı. Şayet yenilseydik, Avustralya’ya değil, İngiltere’ye yenilmiş olacaktık. Irak’ta, Suriye’de ve Filistin’de olduğu gibi. Dolayısı ile anayasadaki Türklük, etnik olarak Türklük değil, yurttaş olarak Türklük ve Türk’tür.
Hâlen daha anayasa değiştirme peşinde olanlar bundan da rahatsızlar. Türk adından bu kadar kaçıyorsanız, bizimle nasıl yaşamayı düşünüyorsunuz acaba?
Sonuç olarak, millet/ulus bilinci ile millî kimlik ve anayasal yurttaşlık arasında doğrusal bir ilişki vardır. Ulus kimliği böyle bir şeydir. Sosyal bütünleşmecidir.