Ekonomik yapıya demografik operasyon!

Cumhurbaşkanı Erdoğan "artık daktilo atılmıyor" diyerek ekonominin iyi olduğunu vurguladı.

Erdoğan'ın "daktilo" olarak bahsettiği konu; bir esnafın Bülent Ecevit'in Başbakanlık merdivenlerinden indiği sırada "Ben bir esnafım Sayın Başbakanım" sözleriyle elindeki yazar kasayı atma hadisesiydi. Krizin de etkisiyle bu sözler epey yankılandı. Dönemi anlatan yakın dönem belgesellerinde de "ekonomik krizin" sembolleşen görüntüsü oldu.

Dönemin şartlarında piyasa can çekişiyor, birçok iş yeri kepenk kapatıyor, enflasyon dur durak bilmeden artıyor, bunun yanına bir de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in kendisini o makama getiren Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması hadisesi yaşanıyordu.

Ekonomik açıdan zorlu bir dönemdi. Öte yandan iktidarın kendi içinde de ciddi problemleri olmuş; Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın başını çektiği grup DSP'den kopmuşlardı.

Ecevit, koalisyon ortağı olan Bahçeli'ye "Başbakanlığı siz alın" demişti. Ancak Ecevit'in bu teklifi Bahçeli tarafından reddedilmiş ve ani bir kararla 3 Kasım 2002 seçimlerine gidilmişti.

Seçim sonuçlarına göre; ANAP, DYP ve MHP baraj altında kalırken, Meclis'e sadece AKP ve CHP girebiliyordu.

Türkiye artık yeni bir siyaset iklimindeydi. Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde tek başına iktidara geliyor, Meclis'e giren parti sayısının sadece iki olmasından dolayı temsil oranı düşüyordu.

O günden bu yana Erdoğan ve AKP'si her yıl değişen bir siyaset uyguladı.

Ekonomi politikaları ise AKP'nin en güçlü olduğu alan olarak tanımlandı. Köprüler, yollar ve TOKİ binaları; gelişmenin, ilerlemenin sembolü olarak gösterildi.

Ekonomi politikalarında sınıflar arasındaki gelir adaletsizliği ise dile getirilmeyen en büyük problemdi. Ekonomideki değişimler yeni sınıfların doğmasına ve kültürel ayrışmalara yol açtı.

Özellikle sermayenin el değiştirmesi muhafazakâr grupların ekonomik itibarlarının artmasına neden olurken, iktidarın "partili zengin oluşturma" girişimleri meyve verdi.

Doğrudan hükümetin emrinde; iş adamları, inşaat firmaları ve medya oluşurken, zenginliklerinin sınırı olmayan tarikatlar iktidarı tehdit edecek güce erişti.

Olmayacak ihaleler, olmayacak özelleştirmeler, olmayacak dönüşümler bir gecede oldu. İmar izni çıkmaması gereken ne kadar değerli arazi varsa birer birer yapılaşmaya açıldı.

Çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilendi. Osmanlı'dan kalan birçok eser "restorasyon" adı altında heba edildi. Üsküdar'ın sembolü Şemsi Paşa Camisi'nin (Kuşkonmaz) yanına çay bahçesi yapabilmek için denize demir çiviler çakıldı. Osmanlı'dan bu yana ayakta kalan yapı ortadan ikiye çatladı.

Türkiye'nin ekonomik anlamdaki lokomotifi olan İstanbul, gelir adaletsizliğinin merkezi haline dönüştü. Kent dokusunu hiçe sayarak konumlandırılan yüksek binalar bu adaletsizliğin sembolü haline geldi.

Yüksek katlı iş merkezlerinin, rezidansların hemen 1-2 km.'lik yakın çevresinde; gecekondulaşma ve çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilenmeye başladı.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Suriye'deki iç savaşın bütün yükü Türk halkının omuzlarına yüklendi.

Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık. Her ülkenin temel dayanak noktası olan demografik yapı bir günde alt üst edildi.

Bu karmaşanın içinde ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı.

En kötü evlerin bile 250 bin TL'den başladığı bu ortamda ise yeni zenginler ortaya çıkıyor!

Bunlardan bir tanesi Yasser Haddad... İhlas Haber Ajansı'nın haberine göre bir Suriyeli... Ülkesindeki iç savaştan kaçıp İstanbul'a geliyor. Burada Arap turistlere tercümanlık yaparak hayatını kazanırken şirket kurmaya karar veriyor. Kurduğu tur şirketi ile Arap turistlere estetik, gezi ve konaklama turları düzenliyor. Aylık cirosunun 1 milyon TL olduğunu ve yanında 40 Suriyeli ve 5 Türk çalıştırdığını söylüyor.

***

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran en temel sorun farklı milletlerin Osmanlı kimliğinde buluşamamış olmalarıydı. İzmir işgal edilirken Türkleri hançerleyenlerin başında, Osmanlı egemenliği altında huzurla yaşayan Rumlar geliyordu.

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran bir diğer önemli faktör de ekonominin yüzde 80'inin gayrimüslimlerin elinde olmasıydı.

"Peki bunlarda ne gibi bir sorun var" diye soracaksınız.

Buradaki sorun, yabancı sermaye ve farklı kültürler kendilerini yaşadıkları yere ait hissetmezlerse; gettolaşma, etnik hareketler ve mezhepsel faaliyetler ortaya çıkar. Tıpkı tur zengini Suriyeli yaptığı gibi, işe alınanların neredeyse tamamı "Suriyeliler"den seçilir!

Türkiye tam da böyle bir kıskaca girmiş bulunuyor.

Orta sınıf her gün zamlanan ürünleri almak için gece-gündüz çalışırken, partili sermaye ve göç hareketleri ekonomiye darbe vuruyor.

İç savaştan kaçıp, yanında kendi vatandaşlarını çalıştıran Suriyeli'nin meşruluğu liberal ekonominin temelidir. Ancak buradaki sorun sermayeyi oluşturan erklerin kimlik sorunudur.

Kimse söylemeye cesaret edemese de, "daktilo atıldığı" günlerden çok daha tehlikeli bir sürece girmiş bulunmaktayız.

Yazarın Diğer Yazıları