Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

'Elbette namazı kılınacak Allah rahmet eylesin!..'

Atatürk Laik bir devletin temellerini attığı halde kendisi İslam kültürü sağlam ve dini inançları kuvvetli bir devlet adamı idi. O’nün Çankaya akademisi yıllarında Çankayadaki evinde her cuma akşamı Hafız Yaşar’a Kur’an okuttuğu, sabah ezanı okuttuğu bilinir. “Vefa Türk’ün şiarıdır” vecizesi onundur. Bir defasında bir zatın şahsiyeti hakkında konuşulurken, bu zatın kendisi hakkında da fena şeyler konuştuğunu söylerler. Kızmayıp şu cevabı verir: “O öyledir. Ne diriye ne de ölüye vefası vardır. Benim yüzüme güldüğüne bakmayın, bir ölsem bana bir Fatiha bile göndermez.” demiştir.
Annesi Zübeyde Hanım’a  mevlit okutulup hatim indirtmesini isteyen hemşiresi Makbule Hanım için, “Allah razı olsun, bir devletin reisi olarak resmen benim yapamayacağımı o yapıyor” demiştir.
Ölümünün ertesi günü bir olay vardır. Dolmabahçenin rıhtımına Ankara’dan henüz gelen Başvekil Celal Bayar’ın bindiği motor yanaşır. Çok serin bir sabahtır. Dolmabahçe’nin önünde Nizameddin Nazif, Münir Hayri Egeli (yıllarca Atatürk’ün yanında bulunan ünlü kültür adamı) ve başkaları vardır. Bayar’ın rengi sapsarıdır. Bir hayal gibi yürüyordur. Sarayın merdivenlerinden inen kardeşi Makbule Hanım ona sarılır. Bir çığlıkla beraber bir solukta şunları söyler:
 “- Kardeşime namaz kıldırmak istemiyorlar. Kardeşim kafir mi?”
Başvekil Calal Bayar titreyen metin bir ses tonu ile cevap verir:
 “ - Kim söylemiş onu. Elbette namazı kılınacaktır. Allah rahmet eylesin!”
Ve Atatürk’ün cenaze namazı Dolmabahçe sarayının muayede salonunda devrin Diyanet İşleri Başkanı ünlü alim Profesör Şerafeddin
Yalkaya’nın imamlığında kılınır.


 

Çankaya Köşk’ü Kur’an
ve Ezan’la yankılanıyor
Atatürk’ün Çankaya akademisi mensuplarından Prof. Abdülkadir (İnan) emsalsiz anıların sahibi idi. Türkistan’ın Sovyet işgalinden sonra Türkiye’ye sığındıklarında Atatürk onlara kol-kanat germişti. Türk kültürüne emsalsiz hizmetler veren bu Türk büyüğü, Atatürk’ün huzurunda okunan bir ezan ve Kur’an anısını şöyle anlatır:
 “1933 yılında TDK bütün yaz Dolmabahçe Sarayı’nda çalıştı. Bir güz akşamı Dil Kurumu üyeleri sofraya çağırıldılar. Sofrada rahmetli Abdülhak Hamid ile İstanbul’un ünlü hafızlarından Hafız Yaşar da bulunuyordu. Atatürk misafirlerine Hafız Yaşar’ın okuması için bir şey ısmarlamalarını teklif etti. Başta Abdülhak Hamid olmak üzere sıra ile herkes bir şarkı veya gazel ısmarlayarak okuttular. Bense şarkı ve gazellerin adlarını bilmiyordum. Sıra bana geldiğinde; ne diyeceğimi, ne yapacağımı düşünerek çok sıkılıyor, çıkar bir yol arıyordum. Birden bire aklıma bir şey geldi. ’Çıkar yol’budur diye sıra geldiğinde söylemek üzere hazırlandım. Sıra geldi, Atatürk; ’Bakalım Abdülkadir ne ısmarlayacak?’ buyurdu.
’-Müsaade buyururlarsa Türkçe Ezan rica edecektim’ dedim. Yanımda oturan İbrahim Necmi; ’Sus!..’ der gibi kalçamı çimdikledi. Sofradaki arkadaşlar da; ’Ne yaptın?’ der gibi yüzüme bakıyorlardı. Bir pot kırdığımı sandım. Atatürk’ün yüzüne baktım; gülüyordu, neşeli idi. ’Mutaassıp mısın?’ dedi. ’Hayır Paşam, mutaasıp değilim. Türkçe Ezan’ın çok güzel olduğunu söylüyorlar.. hiç duymadım da...’ diyebildim.
’Çok güzel, amma Ezan beştir: Sabah, öğlen, akşam, ikindi, yatsı... Her birinin ayrı ayrı makamı vardır: Bayati, saba, uşşak, hicaz gibi... Hangisini istiyorsun?’ dedi.
’Kurtuluş yolu budur’ diye, ’Müsaade buyururlarsa hepsini dinlemek isterdim’ deyiverdim. Hafız Yaşar, her namazın Ezan’ını o güzel sesiyle okudu. Atatürk, zevkle dinliyordu. Benim pot kırdığımı sanan arkadaşlar da rahat nefes aldılar, yüzleri gülüyordu. Ezan’dan sonra Atatürk, Hafız Yaşar’a Kur’an’dan bir bölüm okumasını rica etti. Kur’an’dan okunan sureleri huşû içinde dinledikten sonra; ’Ezan ve Kur’an’ı Türkler’den başka hiç bir Müslüman millet bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik âhengi veren Türk sanatkârlarıdır’ buyurdular.”

 

 

Atatürk’ten yadigâr...
İşte o toplantıda bulunanlardan biri olan rahmetli Mithat Cemal’in o anlardaki duygularını dile getiren ünlü “Bir Ezan Sesi” şiirini arayıp bulduk. Burada sırası gelmişken sunuyoruz:
Bir Ezan Sesi
Tutulur hâle gelip taşta sükûn, dağda sükût,
Başı koynunda gömülmüş, düşünürken melekût,

Koptu birden bire bir ses: Bu semâ hâdisesi,
Gecenin yatsı ezânındaki hicranlı sesi.

Görünen nûrun ucundan duyulan nûr uçdu,
Ayda Fâtih’leri görmüş gibi mağrur uçdu!

Bu demetlerde sedâ neydi fakat, yâ-Rabbî,
İndi tâ kalbime ecdâdımın âsâbı gibi.

Bitiyor önce ucup boynuna arşın dolanıp,
Sonra göklerle beraber iniyor dalgalanip;

Sonra tekrâr ucuyor, tüyleri var ürperiyor,
Sonra bir gözyaşıdır, damlayacaktır eriyor.

Sonra bir nağmede binlerce öten bülbüldür,
Sonra yıldızlara düşmüş takılan bir tüldür.

Sonra bir tek hecedir, hıçkırık olmuş duruyor;
Sonra bir ses ki Süleymân’a kadar baş vuruyor.

Bu sedâ inletiyorken sararak ortalığı,
Yavuz’un titredi kabrindeki mermer sarığı.

Yazarın Diğer Yazıları