Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Serap BESİMOĞLU

Serap BESİMOĞLU

En büyük servet farkındalıktır

Geçtiğimiz günlerde elektronik postama yine sizlerden gelen bir mail aslında ne kadar da zengin insanlar olduğumuzu ama bunun farkında olmadığımızı hatırlattı bana. Yazının tamamını sütunuma sığdıramasam da ana fikrini kısaltarak paylaşayım. Haberin içeriğinde Amerika’da en gelişmiş teknolojilerle üretilmiş biyonik kol ve bacakların özellikleri anlatılıyor. İşlevsel olarak gerçek organların yerini tamı tamına tutmasalar da görünüm açısından fiziksel eksikliğin giderilmesine yardımcı olabilir, canlı organlara benzetilebilirler. Bilim insanlarının bu muhteşem buluşuna karşın haberin ne kadar şükretsek azdır denilen bölümü ise biyonik kolun maliyeti ile ilgili olan kısmıydı. Şimdi sıkı durun. Bu kol ne kadara mal olmuş biliyor musunuz? Tamı tamına 6 milyon dolarcık. Bacak ise mutlaka daha fazla. Tabii söz konusu olan insanın hayatı, sağlığı ve buna bağlı olarak yaşamsal işlevlerini sürdürebilmesi ise bu fiyat göze görünmez elbet. Çünkü bir insan o kol ve bacak sayesinde bütün yaşamsal faaliyetlerini sürdürecek, fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilecek, en önemlisi de başka bir insana bağlı olmadan özgürce yaşayabilecek. Kısacası pek çoğumuzun sahip olduğunun farkında bile olmadığı nimetler uzuvlarımız.
Biyonik kol ve bacaktan yola çıkacak olursak şöyle kaba taslak matematiksel bir hesapla sizce kaç milyon dolarlık bir servete sahibiz... Öyle değil mi? Buna rağmen hala mutsuz, karamsar dolaşanlara ne demeli? Hele ki gören gözlerle dünyaya gülmek yerine kötümser bakmaya ne demeli? 
Yaratılış gayemizin ne kadar farkındayız? Belki birkaç saatlik bir empati yaparsak bir nebze de olsun anlayabiliriz. Şu klasik söz yine gelip konunun gündemine oturuyor.  “Sahip olduklarımızın değerini ancak kaybedince anlıyoruz”. Kıssadan bir hisse ile bağlayalım sözümüzü. Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa; “Buraların yabancısıyım”  demiş. “Parkın hemen yanındaki fırını arıyorum. Yakın olduğunu söylediler”. Çocuk camı iyice açtıktan sonra, “Ben de buraya ilk defa geliyorum” demiş. “Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor”. Adam çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk; “Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz” diye gülümsemiş. “Kuş sesleri de oradan geliyor”. “İyi ama” demiş adam “Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?”. “Tek bir ağaçtan bu kadar koku gelmez” diye atılmış çocuk. “Üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz daha derin nefes alırsanız fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız”. Adam denileni yaptıktan sonra cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür etmek isterken çocuğun kör olduğunu fark etmiş. Çocuk ise konuşurken bir anda sözlerini kesmesinden anlamış adamın kendisini fark ettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken, “Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim” demiş. “Görmeyi o kadar çok özledim ki... Sizinkiler sağlam öyle değil mi?”
Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken “Artık emin değilim” demiş. “Emin olduğum tek şey benden iyi gördüğündür”...

Yazarın Diğer Yazıları