Türkiye'nin başına öyle bir çorap örüldü ki!

Türkiye, yerel seçimlere gidiyor.

Tartışmalar, kulisler, kopan fırtınalar…

31 Mart sonrasında bunların hepsi bitecek ve gerçek sorunlarımızla, meselelerimizle baş başa kalacağız. Siyasilerin dillerinden düşürmedikleri "vatandaş merkezli yönetim"in yerinde yine yeller esecek.

Birisi öbürünü, öteki berikini suçlayacak. Her tarafın doğruları, yanlışları olacak. Kimin tezi haklı, kimin dediği doğru yine anlaşılamayacak. Siyaset zaten mutlak sonuçları olmayan eylemler alanıdır.

Gelelim Türkiye'nin en önemli meselelerinden birine.

Aynı konu üzerinde yazmak istemiyorum. Ancak öyle gelişmeler ve hadiselerle karşılaşıyorum ki yazmak bir görev haline geliyor.

Suriyeli sığınmacılarla ilgili hükümet yetkililerinden her seçim olduğu gibi "güvenli bölge kuracağız, geri gidecekler" sözleri duyuluyor.

Ama bu süreci Türkiye'ye ihale edenler hiç öyle düşünmüyor.

Nasıl mı? Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, süreci bizzat yönlendiriyor. Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de tutulmasını istiyor. Suriye'deki çatışmaların durmasına rağmen geri dönüşe değil, Türkiye'de kalıcı olmaları konusunda büyük bir proje yürütülüyor.

Böylece ilerleyen yıllarda tıpkı Suriye gibi bir Türkiye tablosu tasarlıyorlar; kendi içinde çatışmalı, devlet niteliğini yitirmiş, çok dilli, çok milletli devlet görünümlü bir muz cumhuriyeti!

***

Christian Berger... AB Türkiye Delegasyonu Başkanı… Türkiye'den neredeyse hiç ayrılmıyor. AKP ile yakın bir iş birliği var. Berger, Suriyeli nüfusun yoğun olduğu yerlerde muhalefet partisi milletvekillerinin görüşemediği valiler ve belediye başkanlarıyla çat kapı görüşebiliyor.

Berger, farklı ülkelerin gazetecilerini Türkiye'de ağırlayıp "Suriyeliler burada çok mutlu, Türkler onlara çok iyi bakıyor, entegrasyon için çalışıyoruz" açıklamaları yapıyor.

Önceki gün İzmir'deydi. Önce AKP İl Başkanlığı'nı ziyaret etti, sonrasında çeşitli temaslarda bulundu. Dün de İstanbul'da "Mülteci Hakları için Medya ve Sivil Toplum İş Birliği" projesinin kapanışını yaptı. Burada söylediği sözler ise Türkiye'nin içişlerine ve medya diline nasıl müdahale ettiğinin özeti gibiydi.

Berger, bakın neler diyor:

- Türkiye'de her seçim öncesinde Suriyelilere yönelik negatif bir söylem oluşturuluyor. Bu doğru bir tutum değil, terk edilmeli. Özellikle haber yaparken buna dikkat etmeliyiz.

- Gazeteciler olayları nasıl vereceklerini tam bilemiyor. Benim tavsiyem bu insanların evlerini terk etmiş olduklarını hatırlamaları ve zorunlu olarak buraya geldiklerini bilmeleri. Haber dili bu şekilde oluşturulmalı.

- Türkiye 8 yıldır göç meselesinde takdire şayan bir iş çıkartıyor. Ancak son dönemde yaptığımız araştırmalarda göçmenlere ilişkin daha önce almadığımız negatif sonuçlar almaktayız. Özellikle Türkiye'de bu algı değişmeye başladı. Olumsuz algılar, şiddet riski ve negatif dil kullanımını ortadan kaldırmalıyız.

- 3 milyar avro harcıyoruz. Bu parayla ev sahibi topluluklarla mülteciler arasındaki uzaklığı azaltmak, onları yakınlaştırmak amacı taşıyoruz.

- Milli Eğitim Bakanlığı'na 400 milyon avroluk bir destek sunduk. Bu projeyle okullara, öğretmenlere, velilere ve ailelere dil eğitimi verilecek. Dil son derece önemli. Bu birlikteliği sağlamalıyız. İnsanlara iş piyasasında bir şans sunmalıyız. İkinci meslek edindirme projemizi Aralık'ta başlattık.

***

Aynı toplantıda Göç İdaresi Genel Müdür Yardımcısı da şu açıklamayı yapıyor: "Kısa vadeli çözümler yerine bu insanların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamalıyız. Yabancıların ev sahibi toplum ile uyumu önceliğimiz. 2019-2020 yıllarını 'uyum süreci' ve 'uyum yılı' olarak adlandırdık. Bundan sonraki süreçte dil sorunu aşılacak ve ulusal eylem planı olarak kamu kurum kuruluşları, belediyeler, medya, sivil toplum örgütleri ve medya bu sürece hazırlanacak."

***

Tüm bu faaliyetler gösteriyor ki, Türkiye, 31 Mart'ta sadece belediyelerini değil, geleceğini oylayacak aslında.

Yazarın Diğer Yazıları