Gazeteciler, Bakan sırtında not bile tutabilirdi. Ya şimdi?

Televizyonda haberleri izlerken; özel koruma polislerinin çevresinde etten duvar ördüğü devlet büyüklerini takip eden gazetecilerin, muhabirlerin itiş kakış içinde, ne büyük zorlukla işlerini yapmaya uğraştıklarını  gördükçe aklıma eski bir hatıram geldi. Yıl 1958... Başbakan Adnan Menderes Ankara Vapuru ile Yunanistan’a hareketi öncesinde rıhtımda basına demeç veriyor. Yanında Dış İşleri Bakanı Prof. Dr. Fuat Köprülü, Milli Savunma Bakanı Etem Menderes ile çok sayıda devlet erkanı, uğurlamaya gelen partililer ve gazeteci ordusu... Bu hengamede sıkışıp kıpırdayacak hali kalmayan Vatan Gazetesi muhabiri Recep Bilginer’in değil not almak, parmağını oynatacak hali yok... Ama Bilginer çareyi bulmakta gecikmiyor. Başbakan Menderes’in demecini not almakta zorlanınca elindeki not defterini, hiç “pardon” bile demeden önünde duran Milli Savunma Bakanı Etem Menderes’in sağ omzuna dayayarak yazmaya başlıyor. Durumu farkeden Savunma Bakanı Etem Menderes, hiç sesini çıkarmadan Recep Bilginer’in işini bitirmesini bekliyor.
Başbakan Menderes’in açıklamaları bittikten sonra sırtında not tuttuğu Savunma Bakanı Etem Menderes’ten özür dileyen Recep Bilginer’in aldığı cevap şu oluyor:
 “- Size yardımcı olduğum için mutlu oldum.”

***

Aradan tam 52 yıl geçmiş... Bir de günümüze bakalım; şimdi değil Bakan’ın sırtında not tutmak yanlarına bile yanaşmak mümkün mü? Gazetecilerin Bakanlara, hele Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a 10-15 metre yaklaşabilmesi büyük şans.
Etraflarını saran koruma ordusunun Başbakan’ı bir saldırıdan koruyacakken etten duvar örerek gazetecilerden de korumaya kalkması anlaşılır gibi değil...


Soyadı gibi nadir bir yazar
Kerime Nadir çok kıskanıldı

KIskançlIk sanat dünyasının tedavi edilemez bir hastalığıdır. Bab-ı Ali’de edebiyatçıların kıskançlığı da çok kez tahammül sınırlarını aşardı. Bir yazarın romanı çok satılıyor ve halk tarafından da sevilip tutuluyorsa, hemen romanları az satanların şimşeklerini üzerine çekerdi. Olmadık yalanların, korkun iftiraların hedefi olurdu. Hele bu yazar kadın olursa, saldırıların şiddeti daha da artardı.


Kerime Nadir’in  “Kalp Yarası” adını taşıyan ilk romanının ortaya çıkmasıyla gördüğü ilgi daha sonra hedef olacağı kıskançlık oklarının habercisiydi.
Üstelik bu eser, her yazarın yazısını, kılı kırk yararcasına inceleyen, hatta inandığı kişilere incelettikten sonra ancak gazetesinde yayınlama kararı veren Tanin Gazetesi Sahip ve Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın da onayını alınca büsbütün dikkatleri üzerinde topladı. Ardından “Sonbahar” romanı, bunu takiben “Gönül Hırsızı” romanı kitaplaştırıldığında, Kerime Nadir adı halk tarafından zirveye taşındı.
Edebiyatçıların genellikle toplandıkları yerlerde konuşulan tek isim Kerime Nadir olmuştu. Bir de “Hıçkırık” romanı çıkıp üstelik bunun filmi de yapılınca kıskançlıktan Kerime Nadir’in kuyusunu kazanlar daha da çoğaldı. Romanları su gibi de satılıp, büyük gazete sahiplerinin Kerime Nadir’in romanlarını almak için adeta bir birbirleriyle yarışa girmeleri, roman yazarlarını büsbütün kıskandırdı. “Son Hıçkırık” romanının da çıkmasıyla kıskanç meslektaşları Kerime Nadir için hemen bir sıfat buldu:

“Piyasa Romancısı”
Kıskançlık dedikoduları ve kendisine yakıştırılan “Piyasa Romancısı” sıfatı kulağına gelince Kerime Nadir’in yazma hırsı daha da arttı. Bunlara cevap olarak önce  “Esir Kuş” sonra da “Kırık Hayat” ı yazdı. Bunlar da yetmemiş gibi “Aşk Hasreti” ile “Güller ve Dikenler” romanları da kısa sürede okuyucuyla buluştu. Okuyucuları, romanlarını alabilmek için pek çok yerde kitapçıların önlerinde uzun kuyruklar oluşturdular. Hürriyet Gazetesi de geniş yer verdiği bu haberlerle sayfalarını süsleyince, Kerime Nadir adeta nazara geldi kısa bir hastalık sonunda hayata veda etti.

Yazarın Diğer Yazıları