Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Enes İSLAMOĞULLARI

Enes İSLAMOĞULLARI

Gecenin sırrı...

En sevdiğimiz rengin bütün libaslarını giyinmişti üstüne gece! Ve ancak bir renk, eşsiz, çoğunca kıymetsiz bir zaman dilimine bu kadar yakışabilirdi...
Öyle güzel gözleri vardı gecenin...
Hiç fırsatçı olmamıştık ama fırsat bilmiştik geceyi, geceyi gündüze çeviren fikriyle ve gönlümüzdeki bütün sarp yolları koşarak vardı ay gibi silûetiyle asırlardır beklenen...
Asırlarca beklenesi olan, beklenmesinin lezzetine uçsuz bucaksız uzayan ırmakların serin sularıyla dahî erişelemeyecek olan...
Yoksa bu sebepten mi sevmiştik ve yegâne sırdaşımız bilmiştik geceyi? Sâhi gecenin kıymeti beklenenden mi yoksa kendisini aydınlatan mı ibâretti yalnızca?
Artık bunu idrâk edebilme kaabiliyetine hâizdik. Bu gece ve milyonlarca yüreğin, küçücük bir umudun ruyâsı uğruna başına yastığa koyduğu her gece, gece benim için yalnızca senden ibaretti...
Hayata maddî anlamda değer katan unsurların ehemmiyeti bizce zaten çok eski zamanlarda yitip gitmişti... Aç da yaşayabilirdi insan, yani susuz da! Sevgisiz de aslında, belki annesiz, babasız belki, eşsiz, dostsuz da hayatını idâme ettirebilirdi.
Peki ya hayata tüm mânâsını kaybettirecek, insanı hareketsizliğe mahkûm edecek ve bünyede istikbâle doğru tek bir adım atacak kudreti bırakmayacak sâik neydi?
Bu suâlinde yanıtı âşikardı esâsında; aç da yaşayabilirdi insan, susuz da, belki annesiz, babasız belki, eşsiz, dostsuz, hattâ sevgisiz de hayatını idâme ettirebilirdi. Lâkin bir tek sensiz yaşayamazdı insan!
Gün gecenin boynuna son serinliğini, son esintisini, son nefesini kesmek üzere sarılmışken ve o büyük yıldız yeniden mâğlub etmeye hazırlanırken seni, sensizliğin fikri bile bu denli darmadağın ederken, hüzün çökmüştü üzerimize yine!
Küçük bir kasabayı ortasından ikiye ayırıp gecen, oysa nice tesâdüfü, nice sevdayı ayırıp geçen farkında olmadan, bir tren garında, birbirinden habersizce uçsuz bucaksız acılar çeken insanların hüznünü, gök kubbenin altında söylenememiş, kelâma bürünememiş elemlerin hüznünü toplamıştık üzerimize...
Toplamıştık yalnız dört duvardan binâ edilmiş, bir de yerinde dururken dahî sırtındaymışçasına taşıdığın tavan, fotoğraflar bir de.. odayı..
Hâtıraları toplamıştık, geceyi hüzne boğan, hüznü gecenin içine hapseden ne varsa, geçmişi, seni ve beni, beni senden koparırken, geceyi sensizliğe kavuşturan ne varsa toplamıştık da, toparlanamamıştık.
Bir soru daha vardı zihnimizde kaydı ezbere geçmemiş olan zirâ! Kime ve neye tekâbül ettiği gayet iyi bilinen, lâkin her defasında tereddüt ile yanıt verilen, oysa pelesenk olmuştur dilimizde bizim, zikr’olmuştur, harf olmuştur, hece olmuştur, kelâm olmuştur, cümle olmuştur, söz olmuştur bir soru vardı esasında yanıt verilemeyen...
Her şeye alışabilirdi insan, bütün yokluklara katlanabilirdi, günden geceye, aydınlıktan karanlığa kadar sensizliği bile kabullenebilirdi belki, ama insan, kâinatta karşılaştığımız her olgu yalnızlığın kutsiyetine iterken bizi, kimi yahut neyi, nasıl bu kadar sevebilirdi?
Boşluğu severdi insan, yokluğu severdi, ölümü severdi... İnsan böyle güzel yalnız böyle güzel sevilmeye lâyık olanı severdi!
Öyle güzel gözleri vardı gecenin...
Ve insan yalnız seni severdi böyle güzel, yalnız senin tarafından sevilirdi böyle güzel!..

 

Yazarın Diğer Yazıları