Geleceğimiz

Sokağa terk edilmiş ve oralarda yaşam mücadelesi veren çocukları hep merek etmişimdir. Bu merakın nedeni eğitimci olmaktan mı, çocukluğumda okuduğum kitapların etkisinden midir ya da öksüz büyümemden midir bilemiyorum. Çocuklarla ilgili yapılan araştırmaları da yakından inceleyerek bu çocuklardan bir kaçını şahsen tanıma fırsatı bulduğumda, olayların okuduklarımdan daha da vahim olduğunu gördüm. 
Araştırmalarımı yoğunlaştırdıkça, çocuklarla ilgili okuduğum kitaplarda geçenler adeta zihnimde yeniden canlandı. Günlerce bu konuda neler yapılabileceğini düşünüp durdum. Ancak konunun benim boyumu aşacağını düşünerek, çözümü ancak devleti yönetenlerin bulabileceği kanaatine vardım. Bir gün, kafamı meşgul eden bu düşüncelerle şehrin en işlek caddesinin birinde yürürken, kolumdan birinin çekmesiyle irkildim. Bir çocuk elinde birkaç kâğıt mendil “ağabey mendil alır mısın” diye gözümün içine bakarak adeta yalvarıyordu.
Çocuğa baktığımda donup kaldım. İlköğretim çağında, perişanlığı her haline yansımış, solgun ve yorgun bir yavrucak. Şöyle bir çocuğa, bir de çevreme baktığımda, yalnız mendil satan çocuk olmadığını birçok akranının arabaların önüne atlayıp camlarını silmeye ve ayakkabı boyacılığı yapmaya çalıştıklarını görünce içim burkuldu ve gözlerim buğulandı. Birden kendimi Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarının sayfaları arasında kaldığımı hissettim. Ancak bir başka yayanın çarpmasıyla kendime geldim. 
İşimi bitirip geriye dönerken, mendil satmaya çalışan çocuğu kendisinden daha küçük bir kız çocuğu ile birlikte yol kenarındaki kaldırımda yavan ekmekle karınlarını doyurmaya çalışırken gördüm. Merakıma yenik düşerek, çalışmakta olan bu çocukları gözlemlemeye başladım. Biraz sonra mendil satan çocuğa yaklaşarak ismini sordum. Adının Bekir olduğunu, yemek yediği kızın da kardeşi Kezban olduğunu söyledi.
Günler sonra gücüm oranında aldığım birkaç şeyle çocukları da alıp kaldıkları mekâna gittim. Onların durumunu görünce buğulanan gözler ve parçalanan yüreğimle kendi yavrularımın durumu ve Allahın bana bahşettiği nimetlerinden dolayı defalarca şükrettim. Bu yavruları bu hale düşürenlere de lanet okuyarak kendimi tutamayıp hıçkırıklara boğuldum. 
Çocukların kaldığı yer bir virane, ortada içinde odun yakılan bir teneke, su ihtiyaçlarını gidermek için toplanmış birkaç pet şişe, üzerinde yatmak için çöpten temin edilen kauçuk ve bez parçaları, kırık bir iskemle üzerinde kafası bir naylon torba içerisinde oturan bir genç bali çekmekte.
Bekir’e niçin bu halde yaşadıklarını, ailelerinin olup olmadığını sorduğumda, Bekir “babalarının öldüğünü, annelerinin ise kendilerini terk ettiğini, kimselerin kendilerine sahip çıkmadığını ve bali çekenin de ağabeyleri Yusuf olduğunu” söyledi.
Bir taraftan duygulanıyor, öbür taraftan merakıma yenik düşerek soruları peş peşe yöneltmeye başladım. Bekir sorularıma cevap vermekte zorlanınca, ben sanki yaptığım iyiliğin karşılığını istiyormuşçasına bir hisse kapıldım.
Tüm bunlara rağmen, Bekir yaşamları ve okul hayatlarıyla ilgili sorulara bir suçluluk psikolojisi içinde cevap vermeye devam etti. “Kışları banyo yapmayıp, yazları şehir içindeki havuzlarda banyo yaptıklarını, çalışarak ve yapılan yardımlarla geçindiklerini, okula ise hiç gitmediklerini anlatırken ağlamaya başladı. İsteğinin ise okuyup mühendis olmayı, insanları kışın soğuktan, yazın sıcaktan ve kötü niyetlilerden koruyacak konutlar yapmayı kazandıklarıyla da kardeşlerine bakmayı hayal ettiğini” söyledi.
Daha sonraki bir günde Bekir ve kardeşlerine bir şeyler götürdüğümde oturdukları viranenin boş olduğunu gördüm. Mahalle halkına sorduğumda biz mahallemizde balici istemiyoruz diye çocukları taciz ettiklerini, onların da bu duruma katlanamayarak mahalleyi terk etiklerini öğrendim. 
Düşünüyorum da, sosyal devlet olmak ve eğitimde reform yapmakla övünenler. Devri iktidarınızda çocuk suçlu sayısının 100 bin 831’e çıktığını, 893 bin çocuğun işçi olduğunu ve bunların 455 bininin okula devam etmediğini. Her 3 çocuğumuzdan 2’sinin maddi yoksulluk içinde yaşamını sürdürdüğünü. 4 saatte 1 çocuğa tecavüz edildiğini hiç mi düşünmemişler. Bakıyorum da, düşündükleri sadece 5 yıl içinde 30 adet çocuk cezaevi yapmayı planlamak olmuş.
Bir çocuğun yaşama ve okuma hakkının kutsal olduğu ve engellenemeyeceği gerekirken, sizlerin ne hikmetse başka işlerden bunu düşünmeye fırsatınız olmamış. Yapılması gereken ise tüm çocuklara sahip çıkılarak, sorumluların sorumluluklarını yerine getirmeleridir.

Yazarın Diğer Yazıları