Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Durmuş HOCAOĞLU

Durmuş HOCAOĞLU

Gerçek ve parazit vatandaşlara dair

“Hak” demek, bir havuzdan su çekmek demektir ve hâliyle, bu noktada havuzu kimin dolduracağı da ön plana çıkıverir. Sâhi, havuzu kim dolduracak ki birileri oradan su çeksin? Bunu hiç kimse düşünmüyor mu, yâni, yoksa benim memleketim ahmak insanların yurdu mu oldu? Veya domuz gibi biliyorlar da benim memleketim ahlâksız insanların yurdu mu oldu?
Havuzdan su çıktısı olması için en az bir o kadar da su girdisi olmasının gerekliliği aklın en alt seviyedeki muhâkemesiyle dahi kavranabilir; tıpkı fizikî varlık alanında, bir sistemden enerji çekilebilmesi veya iş yapılabilmesi için o sisteme bir enerji girmesinin kaçınılmaz olduğunu âmir bulunan, ihlâl edilemez evsaftaki Enerjinin Muhâfazası Kanunu gibi bir kanundur bu hüküm.
Yeri göğü Yaradan’ın tabiata koyduğu bu kanun - yâni Sünnetullah - aynen ve bilâ noksan cemiyette de hüküm-fermândır: Birşey alınması için en az alınacak olan kadar birşey, yâni bir bedel ödenmesi şarttır. Bu kanun, insan irâdesinden müstakil olmakla eleştiriye kapalıdır, yâni  “niçin böyle bir kanun var, olmazsa olmaz mı” , yâhut  “bu kanunu değiştirelim”  şeklindeki talep ve tasavvurlar absürddür, aptalcadır, ahmakçadır.
Birşey almak için bir şey ödenir, mutlaka ve behemehâl ödenir; ama ne var ki, hizmeti kimin aldığı ve ödentiyi kimin yaptığı kanunun âmir hükmü değildir. Söz gelimi, bir lokantaya beş kişi girip yemek yedikten sonra bu yemeğin bedelinin kim tarafından ödendiğinin bir ehemmiyeti yoktur, ehemmiyeti olan, bedelin ödenmesidir. Kim öderse ödesin; eğer ki hiç kimse ödemeyecek olursa da yine kanun ihlâl edilmiş olmaz; nasıl ki bozuk bir saat ile sağlam bir saat arasında fizik kanunlarına harfiyyen riâyet bakımından bir fark yoksa burada da aynı keyfiyet cârîdir: Bu bedeli bir başkası mutlaka öder, ya lokanta sâhibinin kârından düşerek ödenir veya bir başkasının hânesine yazılır ve ondan tahsil edilir.
İşte, bir memleketin vatandaşlarının aldığı hizmet ile o hizmetin mukabilindeki ödenti de buna müşâbihtir: Hizmetin karşılığı mutlaka tahsîl edilir, bu kanun ihlâl edilemez. Meselâ vatandaşlarımızın bir kısmı sistematik ve düzenli olarak aldığı hizmetlerin çoğunun bedelini ödemezler -elektrik gibi, su gibi, sahte SSK’lılık gibi- onların hizmetlerinin bedeli bana ciro edilir, ben öderim, size ciro edilir, siz ödersiniz, olmazsa, ülkemizin geleceğinden kesilir, memleket toptan zarar ederek öder, ama netîcede ödenti tahakkuk eder.
Böylelikle bir memlekette iki tür vatandaş ortaya çıkmış olur: Bir yanda hep “hak” larını savunan, ama hak dediği şeyin karşılığını ödemek istemeyen, ödemeyen parazitler, sahte vatandaşlar; diğer yanda ise haklarının bedelini ödeyen nâmuslu, dürüst, gerçek vatandaşlar.
Tâbiiyet yolu ile bağlı bulunduğu memlekete karşı hiçbir sadâkat hissi duymayan birincilere Mekanik Vatandaş, savaşta ve barışta, seferde ve hazarda vatanı ayakta tutan ikincilere ise Organik Vatandaş tâbir ediyorum ve diyorum ki: Vatandaş olmanın getirdiği haklar yanında ve hattâ onlardan evvel, bir de görevler vardır. Görevlerden söz etmeden, sâdece hakları öne sürmek, aşikâr bir sûrette, sâdece alacaklarının hesabını yapan ama hiç vermeyi düşünmeyen bir oportünizm, başkalarının sırtından geçinmekten dolayı gurursuzluk hissetmeyen, daha âdîsi olmayan en âdî seviyede bir ahlâksızlık olur ve sâdece de o olur, başkası değil.
İşte bu mekanik vatandaş tipinin en göz çarpan numunelerinden birisi de, muhakkak ki,  “ne severim, ne terk ederim”  diyen parazitlerdir.
Bu parazitler hakkında biraz daha konuşalım; ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları