Gerçekten final mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Son seçim” dedi. Tabir yerinde ise çarşı karıştı. Zaten Türkiye’de, bütün tartışmalar (aslında çekişmeler) hep gerçekliğin dışında havanda su döğerek yapılır.

“Ne demek istedi” başlığı ile tartışma olur mu?

Ancak tahmin yarışı olur.

Konuşmacılardan biri tahmin edeyim derken eleştiri getirince, karşısından cevap anında geliyor. Alın size çekişme. İşin yoksa bitene kadar izle.

Hiç ilgilenmem ve bakmam.

Politikacılar taktik ve strateji geliştirir. Propaganda yaparken abartıya kaçabilir. Yalan da söyler. Bu sebeple politika ile din ve ahlak birbirine uyum sağlayamaz.

Peki, politik ahlak?

Orası tartışmalı bir alan. Girdik mi, çıkması hem zor ve hem de köşe yazısının sınırlarını aşar. Kaldı ki Türkiye’de siyasal alan hasarlı.

Ne demek o?

Şu demek: Türkiye’de insanlar, henüz siyasal sistem konusunda anlaşabilmiş değil ki. Biz, Osmanlı’nın modernleşme dönemlerinden bu tarafa, hâlâ anayasa tartışıyoruz. Pek çok insan (üstelik de bilim adamı sıfatı taşıyanlar) II. Abdülhamid’in anayasasız, istibdat yönetimini savunuyor.

Siyasi çelişkinin ve sefaletin daniskası bu değil de nedir?

Düşünsenize, bir taraftan demokrasiden, millet iradesinden, haktan, hukuktan bahsediyor adamlar, öbür yandan istibdadı savunuyor.

İlkeler oturmamış, yerleşmemiş.

Gerekçelerle, ilkeler arasında bağ yok.

Rastgelelik var.

İçinde bulunduğumuz siyasal düzende, hangi siyasal ilke, hangi etik (düşünsel ahlak) işlevsel? Buyursun biri çıkıp desin ki, şu ilke, şu etik kurallara göre siyasal faaliyetlerimiz yürüyor. Başta iktidar partisi olmak üzere bütün siyasi partiler de buna uyuyor, desin.

Diyebilir mi?

Diyemez.

Çünkü Türkiye’de oturmuş, kurumsallaşmış, ilkelere ve kurallara dayalı nitelikli, yetkin, seviyesi istikrarlı bir siyasal düzen yok.

Anayasa “Cumhurbaşkanı iki kere seçilir” mi diyor? Varsın desin. Bizimkiler bir yolunu bulup, üçüncü kere seçime giriyor.

Hani ahlak ve ilke?

Yok!

Ben yaptım oldu.

Anayasa ve yasalar diyor ki: Seçimler adil olmalı, demokrasinin ve millî iradenin doğru tecelli edebilmesi için, halkın propaganda araçlarından eşit yararlandırılması gerekir.

Uygulayan var mı?

Kesinlikle hayır.

İşte TRT kurumunun tutumu ortada.

İşte RTÜK denen anayasal kurum ve görevlileri orada.

Peki, görev bilinci ve görev ahlakı, yetki ve bağlı olarak sorumluluk nerede?

Meçhul.

Devlet imkânlarını kim kullanıyor?

İktidar.

Peki, devlet kimin?

Bütün yurttaşların, herkesin.

Öyle ise bütün yurttaşlara ait olan devletin gücünü, yasalara uygun yönetsin diye milletin görev verdiği iktidar, kendi çıkarına olarak kullanıyor. Seçilince de milletimiz böyle uygun gördü, bizi seçti diyecek.

Aynen öyle.

Ve bu zamana kadar da hep böyle dedi, böyle kullandı.

Devletin imkânlarıyla, seçim zamanlarına denk getirerek seçmenin hoşuna gidecek para, gıda, kredi vb. şeyler dağıttı. Devletin imkânlarıyla devletin camisinden partisinin anonslarını yaptırdı.

Şimdi şu an, hepimizin ödediği vergilerden maaş alan, iktidarın görevlendirip bakanlık koltuğu verdiği kimseler, kendilerini atayan iktidar lehine siyasi propagandalara katılıyor. Maaşlar milletten, yani bütün seçmenden, hizmetler, iktidar partisine.

Buyurun size siyasi etik?

Böyle bir zihin dünyasından ne medeniyeti çıkar? Hangi büyük toplumsal inşa gerçekleşir? Bu adamlar sahiden bütün ülkeyi kucaklayabilir mi?

Siyasal ilke, hukuk düzenine sadakat, yasal yeminler, millete hürmet vb. olmadığı kültürden Türkiye yüzyılı doğabilir mi?

?!.....

Ne buyurmuş, Partili cumhurbaşkanımız? “Yasal olarak son seçimim.”

Halkımız bu gibi durumlarda şöyle bir cümle karar: “Duy da inanma!”

Katılır mısınız bilmem.

Yazarın Diğer Yazıları