Görgüsüzlük yahut ahlâkî çöküş...

Eskiden âdâbımuaşeret (görgü kuralları) vardı. İnsanlar arasındaki ilişkiler bu kurallar çerçevesinde şekillenirdi. Şimdilerde ne görgü kaldı ne de kuralı. Hatta görgüsüzlük kural haline geldi. Böyle bir ortamda nezaketten, zarafetten, görgüden bahsetmenin düğün evinde cenazeden söz açmak gibi bir şey olacağını biliyorum. Ama varsın olsun, biz görevimizi yapalım. Bu sütunlar bize doğruyu, güzeli, hakkı, adaleti dillendirsin diye emanet edilmiştir.

Görgü kurallarının en başında elbette nezaket gelir. Ömer Nasuhi Bilmen, "Dinî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi" adlı eserinde nezaketi şöyle tanımlar: "Zarafet, kaba olmamak, muaşeret usulü hususunda söz ve davranışla gösterilen naziklik..." Ve örnek olarak da Sâmî'nin şu mısraını zikreder: "Lütf-ı suhan nezâket-i tab'a nümûnedir." (Sözün güzelliği insan tabiatının zarafetini gösterir) Yani bir insanın kaba mı, zarif mi olduğunu biz onun sözlerinden anlayabiliriz. Bu yüzdendir ki "üslûb-ı beyân aynıyla insan" denilmiştir.

Hazret-i Ali Efendimizin "İnsan, dilinin altında saklıdır" sözü de bu bağlamda söylenmiştir. Tanımadığımız bir adamla karşılaştığımızda onun kişiliğini ve kişiliksizliğini konuşmasından hemen fark ederiz. Çünkü insan ne ise, hep onu konuşur. Nitekim atalarımız da "Dervişin fikri ne ise zikri de odur" demişler. "İnsan, kıyafetiyle karşılanır, sözleriyle uğurlanır" diyen zat da doğru söylemiş...

Şimdi bu düşünceler ışığında topluma şöyle bir bakalım, ne görüyorsunuz?.. Birbirlerine ağza alınmayacak ifadeler sarf eden politikacılar, yazılarını bizim sözlüğümüzde olmayan argo kelimelerle donatan köşe yazarları, enâniyet heykeli güç sahipleri, "masa, kasa, nisa" sarhoşu mücahitler/müteahhitler ve nihayet konuşmayı, sohbet etmeyi unutan cep telefonu müptelası bir gençlik...

Böyle bir toplumda görgü kuralları görgüsüzlük kuralları haline gelmesin de ne yapsın?..

Geçen gün dolmuşta gidiyoruz, ön koltukta iki kız oturmuşlar, ellerinde cep telefonu, gelişigüzel numaralar çevirerek toplu taşıma araçlarında olmaması gereken bir ses tonuyla konuşuyorlar. İstemeden kulak misafiri oldum. Birisi aynen (affedersiniz) şu cümleyi sarf etti: Ulan, bu ne katır şansı, bize hiç aklı yok, parası çok adam denk gelmeyecek mi? Çeviriyorum, çeviriyorum moruklar çıkıyor...

Ben utancımdan yere geçtim. Lakin etrafıma baktım, kimsede bir tedirginlik yok. Yani kötülüğe karşı "kalben buğz" dediğimiz o en zayıf imandan bile eser yok:

"Namaz kıl; alnın secdeden kalkmasın, zekât ver, oruç tut,//Câmi yaptır, umreyi hiç kaçırma ve her yıl hacca git.//Rûhundan soyulan dîne bakıp ağlamıyorsan eğer,//Var bu ibadetlerini hep uçurumdan  aşağı it!.." diyen şairi şimdi daha iyi anlıyorum.

Geldiğimiz son nokta işte bu aziz dostlar! Görgüsüz bir toplum olduk. Çünkü ahlâkî değerlerimiz çöktü. Oysa insan bir ahlâkî değerler manzumesidir. Hak, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dürüstlük, hayırseverlik, fedakârlık, nezaket, utanma duygusu... gibi insanî meziyetlerden sıyrılmış bir kişinin diğer canlılardan (hayvanat) ne farkı kalır?

Keşke 100 yıl önce Mehmet Akif'in söylediklerine kulak verebilmiş olsaydık:

"Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî, rûh-ı millîdir//Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllîdir."

 

Yazarın Diğer Yazıları