Göz gördüğünden gönül sevdiğinden...

Kıymetli okuyucularım, azîz gönüldaşlarım, bir yazar elbette okuyucularından aldığı mesajlarla çizer gönül ufkunu... Kendi bildiği, inandığı doğruları okuyucusuna anlatırken, okuyucu dostlarının fikirlerinden de istifade etmek ihtiyacındadır. Bu fikirleşmenin en kolay ve en çabuk olanı da bizlere e-posta yoluyla ulaşan mektuplarınız, mesajlarınızdır. Ne yazık ki sizlerle tekrar YENİÇAĞ’da buluştuğum günden itibaren, gazetemizin sitesinde e-postalarınıza geçit vermeyen bazı aksaklıklar ve sıkıntılar devam edegeldi. Tam da “site düzeliyor” derken bu defa da “yazarlar” sütunundaki değişiklikle, alfabetik sıraya göre ilk 10’un dışındaki yazar arkadaşlarımdan bazılarıyla birlikte, tabiri caizse ana sayfadan arka sayfaya düşüverdik.

“Göz gördüğünden umar” diye bir ata sözümüz vardır ya hani, işte bu sebeple YENİÇAĞ’ın e-sitesinde “ikinci tıklama” zorluğuyla karşı karşıya kaldık. Dolayısıyla daha önce her gün ortalama 300 civarında özel mektup ve mesaj alan bir dostunuz olarak, halen hatırı sayılır sayıda da olsa, okuyucu tenkîdlerinden istifade hususunda sıkıntı yaşadığımı ifade etmeliyim. Bu kanaate niye vardığıma gelince; biliyorum ki herhangi bir yazım, herhangi bir e-haber sitesinin ana sayfasından gösterilerek yayınlandığında, bizim sitedeki okunma oranını en az 10’a katlıyor, “en çok okunanlar” ve “en çok yorumlananlar” arasında yer alıyor. “Gönül sevdiğinden umar” hikmetli sözünden yola çıkarak, teknik serviste görevli cefakâr arkadaşlarımızın bu sıkıntıya bir çâre bulacakları ümidimi arz ile bugün “Gün Işığı”nı siz değerli gönüldaşlarımdan gelen yankılara bırakıyorum...

‘Müslüman mahallesinde salyangoz...’

Azîz Ülküdaşım Servet hocam,

Sizin en kıdemli okuyucularınızdan biriyim. Türkiye Gazetesi’ndeki röportajlarınızı ve “Gel de yazma” köşenizi severek okurdum. Yıllar sonra Tercüman’da, üstelik cennetmekân Kabaklı hocamızın hayr-ül halefi olarak çıktınız karşımıza ve gönül ışığımız, dava rehberimiz oldunuz. O gün bugündür; “Servet hoca şunu da yazsa, falancaya da bir cevap verse” diye düşünüp de gazetemi açtığımda, bakıyorum ki aynı hassasiyet çizgisindeyiz. Çünkü gönlümüz bir, imanımız bir; aynı çilekeş ülkücü kuşağın birer neferiyiz. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bizler Alparslan Türkeş’lerin, Galip Erdem’lerin, Dündar Taşer’lerin, Erol Güngör’lerin, Seyyid Ahmed Arvasi’lerin, Niyazî Yıldırım Gençosmanoğlu’ların, Necmettin Hacıeminoğlu’ların, Üstad Necip Fazıl’ların, Cemil Meriç’lerin, Ahmet Kabaklı’ların ve daha adlarını sayamadığım nice merhum dâvâ büyüklerimizin bize işaret ettikleri Türk İslâm Ülküsü ile şereflenmiş bahtlı Türk Milliyetçileriyiz.

Şimdi gençlerimiz bütün gönülleriyle “Ezan susmaz, bayrak inmez” diye haykırabiliyorlarsa, bizim kuşağımızın, “tuğ gibi 5 bin yiğidini” kızıl emperyalizmin kurşunlarına, cunta urganlarına şehit veren, zindanı “Yusufiye” bilen, matemi çileye, çileyi sabra ve ümide katık eden o kutlu neslin rehberliği sayesindedir. Ne mutlu ki şimdi de sizler varsınız, sizin gibi bizim kuşaktan yetişen yazarlarımız var...

İşte dünkü ve bugünkü yazılarınızla yine mest ettiniz beni. “Ruhumuza nakşettiğimiz Türk Milliyetçiliği” ancak bu kadar vecîz anlatılabilirdi. “Müslüman mahallesinde salyangoz satan” o zata verdiğiniz “Gül Diyarında Firavun Kılıcı” cevabı da size çok yakıştı ve yüreklerimize su serpti.

Evet, milliyetimize ve hele haşa imanımıza ve maneviyatımıza hakaret edenlere de geçit vermemeliyiz, dinimizi, imanımızı istismar ederek vatanımızı satan kimlik bunalımlılara da... Biliyoruz ki şimdiki esas vazifemiz, “küresel emperyalizm” ile mücâdeledir. Ama bu direniş, maddeci kafalarla değil, imanla, bilgiyle yapılır. Artık “millî direnişin kalesi” Yeniçağ’da yazıyor olmanızdan da çok mesudum.

Allah(cc) sizden razı olsun, Müslüman Türk Milleti’ni hem düşmanlarından, hem de istismarcılarından korusun.

Emekli Öğretmen

* Süleyman Baydar / İstanbul”

* * *

‘Milliyetçiyim diyemeyen ulusalcılar...’

Değerli büyüğüm Servet Kabaklı,

Ben üniversiteyi yeni bitirmiş bir ülkücü gencim. Sizin yazılarınızı uzun süreden beri Tercüman gazetesinden takip ettikten sonra şimdi de sizin gibi değerli bir kalemi okumak için Yeniçağ gazetesi alıyorum.

Bugünkü yazınızı da çok büyük bir dikkatle okudum. Türk Milliyetçiliği’ni o kadar güzel tarif ettiniz ki, ne kadar teşekkür etsem azdır. İzninizle ben de bu husustaki şahsi kanaatlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Sizin de söylediğiniz gibi Türk-İslam davasını, Türk Milliyetçiliğini anlamayan insanların zaman zaman iftiralarına maruz kalıyoruz. Kimisi bizlere “ırkçı” yaftası yapıştırırken, kimi zavallılar da “gerici, yobaz” diyerek aşağılamaya çalışmaktadırlar.

Batı tarihinin, “soykırım tarihi” olduğunu ve hâlâ Batı’da ırkçılığın revaçta olduğunu bilmek için de âlim olmaya gerek yoktur. Türk milliyetçiliği, tarihin hiçbir devrinde ırkçılık bataklığına saplanmamış, asla ve asla bozguncu, bölücü olmamıştır. Türkler, idaresi altında yaşayan çeşitli milletleri, etnik kimliğine göre ayırmamış ve kimseye etnik kökeninden dolayı zulüm yapmamıştır.

Bizim milliyetçilik anlayışımız İslam’ın emrettiği birleştirici, kaynaştırıcı ve antropolojik ırkçılık anlayışına sahip olmayan milli bir anlayışıdır... Bazı safları elbette ayırmak lazım, ancak genellikle dinî ve manevî değerlerimize, körü körüne düşman olan bir zümre var ki sırf bu sebeple “milliyetçiyim” diyemiyor, “ulusalcı” kesiliyorlar. Bir kısmı da doğrudan doğruya ırkçılık batağına saplanıyor. Türk milliyetçilerinin bu gibi insanlarla hiçbir bağı yoktur, olması da mümkün değildir. Türk milliyetçileri Türk-İslam Ülküsü’ne inanan, milletimizi oluşturan bütün milli ve manevi değerlerin korunup geliştirilmesine çalışan vatanseverlerdir.

Saygılarımı, sunar ellerinizden öperim...

* Hüseyin Coşkun / Ankara

Yazarın Diğer Yazıları