Gül bir kere daha Kraliçe ile

“Abdullah bey kardeşim”e bizim bildiğimiz ilk nişanı, İstanbul’a getirdiği savaş gemisinde takmıştı Kraliçe Hazretleri..
2008’in Mayıs ayı idi..
İngiliz savaş gemileri, Dolmabahçe açıklarına demirlemişlerdi.. Kraliçe de içindeydi ve Abdullah Gül’ü de gemiye davet etmişti..
Gitmişti.. Reisicumhur’du ve kendisi ile beraber bir takım zevatı da götürüp Kraliçe’ye sunmuştu..
Sundukları sanatçı yazar ve diplomatlardı.. Yazar Atatürk aleyhine bir kitabını piyasaya sürmüştü o sıra ve diplomat da, Ali Kemal’in torunuydu... Zaten İngiliz gemisinin durduğu yer de Atatürk’e nisbet yapar gibiydi, Mustafa Kemal’in “geldikleri gibi giderler” dediği yerde duruyordu..
Şimdi, iki yıl sonra Kraliçe bir nişan  daha takıverecek Abdullah Gül’e..
İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House’un meşhur kristal cam ödülüymüş bu.. Ne ödül, ne ödül!.. Odatv’den Müyesser Yıldız’dan öğreniyoruz ki; “Bu Chatham House”, resmen 1920’de kurulsa da kökleri 1900’lerin başına gidiyor. O zamanki adı “Yuvarlak Masacılar”. İsrail devletinin kuruluşuna öncülük eden, Osmanlı’yla, Orta Doğu’yu ilk parçalayan Sykes-Picot haritalarını çizen ve Sevr’i yapan bu masaydı...(Apo’nun sarıldığı anlaşmalardan biri de bu Sykes-Picot).
Reisicumhur’a İngilizler ödül verecekler çünkü kendileri...
“Türkiye’yi liderliği altında sivil demokrasiyi yerleştirmiş, siyasi ve hukuk reformlarını gerçekleştirmiş...
Irak’taki arabuluculuk rolü, Afganistan-Pakistan liderlerini bir araya getirmesi, Türkiye-Orta Doğu işbirliğine yaptığı katkılarından dolayı takdir edilmiş...
Tabii Kıbrıs sorunu, AB’yle ilişkiler, Türkiye-Ermenistan ilişkileri gibi konulardaki önemli, yapıcı çaba ve rolü de unutulmamış!..”
İyi de, bütün bu işleri yapmışsa, Tayyip ne yapmış!!?.
(Ben bu işte biraz Tayyip’i iten bir mekanizma işliyor kanaatindeyim derim!.. Elin Kraliçesi, cennet vatanımızda maraza, melanet çıkarmanın mı peşinde yoksa?!)
Reisicumhur Hazretlerinin, nişanı almak için yola çıkışını TV matbuatından izledik, o “George Clooney tebessümü” ile aydınlandık.. Ertesi gün de gazetelerde röportajları okuduk.. Reisicumhur Hazretlerinin iltifatına mahzar olmuş vakanüvistler, tayyare içindeki makama teker teker alınıp fotoğraflandıktan sonra, vazifelerini eda eylemişlerdi.. Reisicumhur ne söylediyse sormadan aktarma görevini ifa ediyorlardı.. Her zamanki gibi, tayyareye Reisicumhur’un cumhur takımından seçme kalemler alınıp, kendisini üzmeyecek “renklerden” oluşan bir ahali kesimi ile mürettebat kurulmuştu..Yani özetle, Reisicumhur’u tedirgin edecek bir matbuat mensubu elbette ki yoktu tayyarenin içinde ve bu yüzden seyahat oldukça huzurlu geçiyordu.
Yani “Türkiye’nin renkleri” Cumhurreisi’nin hal ve tavrına, kimyasına uygun biçimde mücehhezdi.. “Renkler eksikti” ama huzur tamamdı arzımızdaki gibi..
Ya ne olacaktı ki zaten!!?
Tayyare’ye misal, Yeniçağ’dan yazar mı alınacaktı.. Mesela Arslan Bulut mu katılsaydı yani o seyahate?!! Olur mu hiç, Belçika semalarında, Arslan Bulut, Abdullah Gül’e dönüp de..
“Beyefendi sizin şu Exeter günleri için şöyle şöyle şöyle diyorlar...” dese ne olacak!!?
Biz Arslan Bulut’tan öğrendiğimiz bilgilerle, Gül’ün İngiliz Exeter Üniversite günlerini öğrendiğimizde kafamızın nasıl karıştığını biliriz..
Reisicumhur’un 8000 metrede asabını bozmanın ne alemi var!.. Yeniçağ’ın rengi de eksik olsun, zaten adam çok, yer yok birader..
Gül Bey’e, İngilizlerin taktığı nişan hayırlı olsun.
Kraliçe öyle kolay kolay nişan takmaz kimseye..

Yazarın Diğer Yazıları