Gül diyarında firavun kılıcı olmak

Dostlarım, büyük Türk İslam Mutasavvıfı Mevlânâ hazretleri; “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anlayabileceği kadardır” diyor. Demek ki sadece bilmek değil, bildiklerimizi anlatabilmek de lâzım. Yahut daha net bir ifadeyle anlatmayı bilmek, en az ilim sahibi olmak kadar, bilgiyi akılda taşımak kadar mühim.

İşte bunun için âlim olmanın yanında mutlaka arif olmak lâzım geliyor. Ariflik nedir diyecek olursanız, 36 yaşında kaybettiğimiz büyük Türk Milliyetçisi Ömer Seyfeddin’in de ifade ettiği gibi; “arif olmak için âlim olmak şart değildir.” Ariflik ilim sahibi olunmasa bile, kişinin mensubiyet duyduğu milletin kültüründen, inanç ve hayat tarzından kazandığı sezme gücüdür. Müslüman Türk insanı, işte bu “arif sıfatıyla”, yani bu müthiş sezgi kabiliyetiyle; irfanına, kültürüne, diline, vicdanına, inancına ve maddeten ve manen diğer bütün temel haklarına yönelen nice “bilimsel ve filimsel dayatmayı” kısa ve orta vadede aleyhine sonuçlar vermesi pahasına da olsa, buruşturup tarihin çöp kutusuna atmayı başarabilmiştir.

Kanaatimce “adam” olmanın, hele hele “devlet adamı” olmanın yolu, dünyayı tanımadan önce mensub olunan milleti tanımaktan, o milletin kendince deryâ olan irfanına dayanmaktan, yani “millet adamı” olmaktan geçer.

Zavallılar kabristanına!..

Hangi yazar, hangi ilim adamı veya devlet idarecisi ki; milletini, tepesine gökten zembille veya “çağdaşlık gereği(!)” paraşütle inilmiş ve güdülmeye layık bir sürü olarak görmeye kalkarsa; kendisine mensub olduğu milletten üstün olmak gibi bir zavallılık vehmederse; o milletin fertlerini “cahildir, aptaldır, bilmez” diye aşağılamaya kalkarsa; millet irfanını görmezden gelirse; ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, yaşadığı çağda kendi milleti huzurunda “cahil ve beceriksiz” seviyesine düşer. Tarih ilmi de bu gibileri tozlu sayfalarındaki “zavallılar kabristanına” gömer ve hatalarını misallendirmek dışında anılmaya bile layık görmez.

Misal mi istiyorsunuz...

Tarih Müslüman Türk Milleti’ni, tıpkı Hazreti Ali (ra) gibi “Allah’ın (cc) adaletle hükmeden kılıcı” diye anmıştır ve bu hakkı Türk düşmanlığıyla bilinen birçok tarih âlimi bile tescîl etmiştir. Ancak “nato kafa nato mermer” bazı “kılıç” lar, yaşadıkları çağda, girmeyi her nasılsa başardıkları güzel çevrelerde, “gül diyarlarda” bile “firavun kılıcı” olmaktan öteye geçememişlerdir.

Çevremizde mebzûl miktarda mevcut bulunan ve maalesef “su kıtlığından” olsa gerek, bir türlü terbiye edilip çelikleşememiş şu demode “demir kılıç” lardan biri, şu yazının yazıldığı saatlerde, maalesef “bizim ekranlarımızdan” millet tepesinde giyotin misali sallanırcasına ciyaklıyordu:

“Çankaya bizim için mukaddestir, orada eşinin başı kapalı olan biri oturamazzz!..”

Siz hakaret ettikçe...

Şimdi sormanın tam zamanı değil mi?!..

Ey başı hepten açık zavallı!.. Sen o şakülden kaçık beyninle, “Kamu” sallaşmaya mı çalışıyorsun... “Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter” diye zırvalayan müteveffa şairden ne farkın var?..

Demek ki senin o “nato mermer kafana” göre, devletin en yüce makamına, Cumhurbaşkanlığına; “Vahşî Batı” önünde, “Haçlı Siyonist İttifakı” önünde, “teslimiyet minderinde” diz çökmüş, “AB’nin güllü dikenli yollarında” şu malum “entel-dantel cürufuyla”, o iğrenç “nalıncı keserliğinde” sana benzeyen zavallı “aydıncık maymuncuk takımıyla” beraber yürüyen bir zihniyetin 2 numaralı adamının çıkması gayet normal!.. Bunca teslimiyete, gaflete, hatta hainliğe karşı çıkmak yerine, halen başörtüsü ile uğraşacaksın öyle mi!..

Bu teslimiyetçinin hanımı, “inancı gereği” başını örtmese, “mukaddes Çankaya” nı sen de helâl etmekten çekinmeyeceksin emi “firavun kılıcı!..”

Bırakın artık milletin maneviyatına düşmanlık etmeyi... Siz milletin maneviyatına hakaret ettikçe, birileri “maneviyat istismarcılığından” parsa topluyor.

“Aslanı kediye boğdurduğunuz” şu “er meydanında” size de sadece ve sadece kazan dibinde “yağcılık etmek” kalıyor...

Yazarın Diğer Yazıları