Günahın senin olsun!

Olasılığı en yüksek tehlikeli senaryo sahneye konuldu. Türkiye’nin tarihi seyrinde milli dinamikleriyle ulaştığı en geniş nüfuz alanı devlet eliyle kurutuluyor. Nasıl bir akıl tutulması yaşanıyorsa, hataları düzeltmek ve rehberlik etmek yerine onlarca yıldır binbir türlü zorluğa rağmen yurt dışında dikilen fidanlar, meyve vermeye başlayan ağaçlar sökülmeye çabalanıyor. Yetmiyor, yüzyıldır sahipsiz bırakılan medeniyet coğrafyamızın kapılarının Türk insanının yüzüne kapatılması için işgalcilere işbirliği öneriliyor!
Osmanlı devlet geleneğinde yeri bulunan, şahsen insafsız bulduğum nizam-ı alem için kardeş ve evlat katline cevaz veren fermanlar bile böylesine bencilce kullanılmadı. Fetret Devri’nin acılarını yüreğinde yaşayan Osmanoğulları öz çocuğunu veya kardeşini infaz ederken dahi devletin bekasını ve iç savaş yaşanmamasını hedef alıyordu. Padişahlar dahi çocuklarının istikbalini değil, milletin istiklalini düşündüler!
Efkan Ala’nın “şeytan taşlamasını” acemiliğine verelim! Peki “kardeş katli” hatırlatmasında bulunan, yılların akademisyeni ve ’umur görmüş’ devlet adamı Ahmet Davutoğlu’na ne diyelim! Osmanlı’da 17. Yüzyılın başında tarihe gömülmüş talihsiz bir icraatı 4 asır sonra hortlatmak neyin nesidir? Cezalandırmanın kesin delillere dayanması gereken  “siyaseten katil” geleneğinde de yerinin olmadığını bildiği için mi evlat katlini örnek veriyor? ’Stratejik Derinlik’ kitabında bunun yerini gösterebilir mi?
Ne hazindir ki, Davutoğlu, “komşulardaki gelişmelere yerinde müdahaleyi” savunan Yeni Türkiye tezinin, kendisinin “komşularla sıfır sorun”  stratejisinin de kuyusunu kazdığını anlamadı yahut anlamak istemedi. Sonuçta Türkiye’nin dış politikası dibe vurdu! Öyle ki, Başbakan Erdoğan’ın  “paralel devleti tehlikesi” savını ciddiye alan ülke çıkmadı. Aksine Ankara, dünya başkentleri nezdinde saygınlığını giderek daha da yitirdi. Gelinen aşamada, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Bizim referansımız Afrika Birliği, Şanghay’da değil, AB ve Avrupa Konseyi”  diyerek AB ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını önleme derdine düştü!
Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen’i ABD Başkanı Barack Obama’ya, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e ve daha nicelerine şikayet etti. Henüz 6 ay önce ülkeye dönmesi için methiyeler düzdüğü birini, bugün ülkenin huzurunu bozan örgüt liderliği hatta ajanlıkla suçlayan bir başbakana kim bilir nasıl da bıyık altından gülmüşlerdir! Hele yabancı mevkidaşlarının Erdoğan’a,“tamam, düşünürüz!” şeklinde aşağılayıcı bir tavırla konuşmasını düşünmek bile istemiyorum.
Peki komşularındaki büyükelçiliklerini kapatan hükümetin dış politikada hezimetin hesabını vermesi gerekmez mi?
Güneydoğu’da özerklik inşa edilirken, çözülmeye dönüşen çözüm sürecinin bedelini birileri ödemeli değil mi?
Asker ve polis darbe hazırlığı soruşturmasında karargahlarının kapılarını savcılara sonuna kadar açarken, istihbaratçıların korunmasındaki çifte standartın nedenini birilerinin açıklaması lazım gelmez mi?
Ve şimdi yabancı bir devlet komisyoncusundan alınan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üstünü örtme telaşıyla, yargı erkinin hükümete bağlanması, medyanın hükümetin propaganda aracına dönüştürülmesi, 100 milyar TL’yi bulduğu ileri sürülen ekonomik kaybın yaşanması sorunlarında siyasi sorumluluk kimindir?
İktidar, yukarıda saydığımız suç ve ihmallerin hesabını vermek durumundadır. Bunlardan, “kandırıldım, bilmiyordum, kullanıldım” diyerek kurtulamaz. Bütün bunlar yetmiyor gibi, “biz gidersek felaket olur”  bahanesine sığınarak, erdemlilik saydığı 3 dönem şartından cayma ve bir dönem daha başbakanlık yolunun taşlarını döşemekteki pişkinliği adama pes dedirtiyor! Aba altından ise “oylarımız düşerse olağanüstü hal gelir” sopası gösteriliyor. Ancak korku duvarı çoktan yıkıldı. Sizin günah işleme özgürlüğünüz varsa, halkın da hesap sorma kararlılığı var! 

Yazarın Diğer Yazıları