Hak ve vazife
A+A-

Ziya Gökalp “hak yok, vazife var” diyeli neredeyse bir asır oluyor. Köprünün altından çok su akmış. İnsanlar artık farklı düşünüyorlar. Yani “vazife yok, hak var” diyorlar. Köylü vatandaştan cumhurbaşkanına kadar herkes hak peşinde... Ya vazife? Hak getire...
François De Sales: “İnsanların bahtsızlıklarından biri de, haklarını çok iyi bilip vazifelerini bilmemeleridir” der. Maalesef cemiyet olarak 21. yüzyıla böyle bir bahtsızlıkla girdik. Televizyonlarda sık sık görüyoruz. Bilmem ne sendikası, yahut falan derneğin filan şubesi tarafından düzenlenen yürüyüş... İnsanlar ellerinde dövizler “Hak verilmez, alınır” , “... hakkımız, söke söke alırız” sesleriyle yeri göğü inletiyorlar. Ve doğrusu çok defa da haklarını/istediklerini alıyorlar.
Bu noktada unutmadan bir müşahedemi sizlerle paylaşmak istiyorum: 70 kişilik bir sınıfa, -üniversite öğrencileri olduklarını belirtelim- münasebet düştü “grev” nedir, diye sordum. Bilmeyen çıkmadı. Peki, “lokavt” nedir, dedim. Ses yok. Böyle bir kelimeyi ilk defa duyuyoruz, dediler. “Greve gidilince, işveren işçilerin taleplerini makul görmezse, grevcileri topluca işten çıkarır. İşte buna lokavt denir” şeklinde açıklama yaptım, hemen itiraz sesleri yükseldi: Bu durum insan haklarına aykırıdır. O adamlar ne yiyip ne içecekler vs. Keşke insanımıza kendi haklarımız kadar muhatabımızın haklarına da saygılı olunması gerektiğini öğretebilsek...
Günümüzün en hakperest düşünürüne “hak” ve “vazife” hakkındaki görüşünü sorsak, bize aşağı yukarı şu mealde bir cevap verecektir: “Vazife karşılığı olmayan hak, hak değildir.” Oysa bizim geçmişimizde vazife karşılığında bile hak talep edilmezdi. Kamu hizmetleri hasbî yapılırdı. Bu konuda Ebussuûd Efendi’nin şu sözleri tarihî bir vesikadır:
“.... Gerçi eskiler ilim öğretme ve hitabet karşılığında ücret almak caiz değildir, onlara verilen bahşiş (sıla) kabilindendir, demişler. Ama sonraki âlimler, ücretsiz kimsenin müderrislik ve hatiplik yapmadığını görünce, söz konusu hizmetler karşılığında ücret alınmasına cevaz vermişlerdir.”
Görülüyor ki bir zamanlar eğitim ve din hizmetleri ücretsiz verilirmiş. Günümüzde -gayet tabii- bu işler ücret karşılığı yapılıyor. Fakat ilgililer yine geçim sıkıntısı çekiyorlar ve ek ücret için kazan kaldırıyorlar. Nereden nereye değil mi?
Kısacası; şairin dediği gibi, hakkımıza sahip çıkalım, lakin vazifenin haktan önce geldiğini de bilelim. Hak etmeden cebini doldurmaya çalışan tufeylîler ordusunu hiçbir devlet doyuramaz:
Herkes hak peşinde, iyi
hoş da
Hak sonra gelir, vazife başta.
Hiç döner mi böyle devlet çarkı
Maaş çalışıyor, görev boşta...
François De Sales: “İnsanların bahtsızlıklarından biri de, haklarını çok iyi bilip vazifelerini bilmemeleridir” der. Maalesef cemiyet olarak 21. yüzyıla böyle bir bahtsızlıkla girdik. Televizyonlarda sık sık görüyoruz. Bilmem ne sendikası, yahut falan derneğin filan şubesi tarafından düzenlenen yürüyüş... İnsanlar ellerinde dövizler “Hak verilmez, alınır” , “... hakkımız, söke söke alırız” sesleriyle yeri göğü inletiyorlar. Ve doğrusu çok defa da haklarını/istediklerini alıyorlar.
Bu noktada unutmadan bir müşahedemi sizlerle paylaşmak istiyorum: 70 kişilik bir sınıfa, -üniversite öğrencileri olduklarını belirtelim- münasebet düştü “grev” nedir, diye sordum. Bilmeyen çıkmadı. Peki, “lokavt” nedir, dedim. Ses yok. Böyle bir kelimeyi ilk defa duyuyoruz, dediler. “Greve gidilince, işveren işçilerin taleplerini makul görmezse, grevcileri topluca işten çıkarır. İşte buna lokavt denir” şeklinde açıklama yaptım, hemen itiraz sesleri yükseldi: Bu durum insan haklarına aykırıdır. O adamlar ne yiyip ne içecekler vs. Keşke insanımıza kendi haklarımız kadar muhatabımızın haklarına da saygılı olunması gerektiğini öğretebilsek...
Günümüzün en hakperest düşünürüne “hak” ve “vazife” hakkındaki görüşünü sorsak, bize aşağı yukarı şu mealde bir cevap verecektir: “Vazife karşılığı olmayan hak, hak değildir.” Oysa bizim geçmişimizde vazife karşılığında bile hak talep edilmezdi. Kamu hizmetleri hasbî yapılırdı. Bu konuda Ebussuûd Efendi’nin şu sözleri tarihî bir vesikadır:
“.... Gerçi eskiler ilim öğretme ve hitabet karşılığında ücret almak caiz değildir, onlara verilen bahşiş (sıla) kabilindendir, demişler. Ama sonraki âlimler, ücretsiz kimsenin müderrislik ve hatiplik yapmadığını görünce, söz konusu hizmetler karşılığında ücret alınmasına cevaz vermişlerdir.”
Görülüyor ki bir zamanlar eğitim ve din hizmetleri ücretsiz verilirmiş. Günümüzde -gayet tabii- bu işler ücret karşılığı yapılıyor. Fakat ilgililer yine geçim sıkıntısı çekiyorlar ve ek ücret için kazan kaldırıyorlar. Nereden nereye değil mi?
Kısacası; şairin dediği gibi, hakkımıza sahip çıkalım, lakin vazifenin haktan önce geldiğini de bilelim. Hak etmeden cebini doldurmaya çalışan tufeylîler ordusunu hiçbir devlet doyuramaz:
Herkes hak peşinde, iyi
hoş da
Hak sonra gelir, vazife başta.
Hiç döner mi böyle devlet çarkı
Maaş çalışıyor, görev boşta...
- Yorumlar 0
Yazarın Diğer Yazıları
- Siyaset ve yalan...25 Nisan 2018 Çarşamba 00:00
- "İyi İnsan İyi Vatandaş"18 Nisan 2018 Çarşamba 00:00
- Eleştiri, öz eleştiri ve siyaset...11 Nisan 2018 Çarşamba 00:00
- İslam’da/toplumda kadın04 Nisan 2018 Çarşamba 00:00
- Koalisyondan ittifaka...28 Mart 2018 Çarşamba 00:00
- MHP Kongresi...21 Mart 2018 Çarşamba 00:00
- Din değil, kafalar güncellenmeli...14 Mart 2018 Çarşamba 00:00
- Minareyi çalmak...07 Mart 2018 Çarşamba 00:00
- "Gülistan"dan aforizmalar...28 Şubat 2018 Çarşamba 00:00
- "İntihal"in babası Halit Ziya mı?21 Şubat 2018 Çarşamba 00:00
- Kutuplaşma raporu14 Şubat 2018 Çarşamba 00:00
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.