HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...
HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

 

Beş yıl önce törenle açıklanan “tarihi istihbarat bilgisi”:

Türkiye bölünecek!

Öcalan, Barzani ve Kandil’deki PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmelerle dikkat çeken, görev süresi AKP hükümeti tarafından tam 4 kez uzatılan eski MİT Müsteşarı Emre Taner, kurumun 80. kuruluş
yıldönümünde yaptığı konuşmada “birçok ulus devlet ve milletin hızla tarihe gömüleceği, birçok
ülkenin de küresel rekabete dayanamayıp egemenliğini kaybedeceği” yeni bir döneme girildiğini
haber verdi...

 

Tarih 17 Aralık 2004...

Türk’ün gerçek meseleleri ile, meşgul edildiği suni/ithal gündem arasında dağlar kadar fark; ve acıdır ki  “kan”  var yine!
AKP’lilerin  “gurur duyduğu”  Barzani’nin  “işgali”  altındaki Türkmen şehri Musul’da, dört kere peşmerge kontrolünden geçip, üste üste iki pusuya düşürülen beş Özel Harekât polisimizin şehit edildiği gün, siyasi iktidar AB’nin  “Tam üyelik müzakereleri için takvim”  verişini kutluyordu. Ucu açıktı ama olsundu...
İmralı’daki  “konutu(!)” nda havai fişek patlatma, konfeti yağdırma şansı bulabilmiş miydi bilinmez ama haberi Tayyip Erdoğan kadar coşkuyla karşılayan biri daha vardı:
40 bine yakın insanın katlinin birinci derecede sorumlusu Abdullah Öcalan, Brüksel’den gelen haberi duyar duymaz kaleme kağıda sarıldı ve Erdoğan’a hitaben bir mektup yazdı. Alttan alttan tehdit de ederek  “Türkiye’nin iyiliği için AB sürecinin kazasız belasız(!) atlatılması gerektiğini”  söyleyen Öcalan, Erdoğan’a  “barışı derinleştirmek için bazı adımlar atmasının şart olduğunu”  hatırlattı.

 


“81 il gereksiz, 25 eyalet olsun”

Öcalan’ın Erdoğan’dan atmasını beklediği adım “demokratik konfederalizm”  dediği  “eyalet modeli” ydi:
 “Türkiye’de 81 il var. Ben aslında Türkiye için 25 bölge, 7 eyaleti Kürt, 18 eyaleti Türk nüfusun yoğun olduğu, diğer kimlikleri reddetmeyen bir yapılanma düşündüm, bunların yerel yönetim parlamentoları olur. Bir nevi Almanya’daki eyalet sistemi gibi. 81 il anlamsız. Kültürel, sosyal, anlamlı bir karşılığı yok. Yerel bölgelere dayalı bir Temsilciler Kongresi olabilir. 25 bölge ekonomik, sosyal, kültürel anlamı olan bütünlükler olmalı. Bu bir nevi konfederasyon olur. Devlet var üstte. Arada halkla devlet arasında bir yere dayalı temsilciler şeyi var. Bu temsilcilerin seçtiği üst temsilciler meclisi olmalıdır. Türkiye demokratik konfederalizmini böyle tarif ediyorum”  (4 Mayıs 2005)
TBMM yerine Cumhuriyet Senatosu öneren(!) Öcalan’ın tarif ettiği yönetim biçimi  “Başkanlık Sistemi” ydi ve Kalkınma Ajansları, Bölge İdare Mahkemeleri, Büyükşehir Yasası gibi onlarca adımla eyalet modeline geçişin altyapısını hazırlayan AKP, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra  “Başkanlık Sistemi” ni hazmettirmeye girişecekti.

 


5 saatlik “Açılım” brifingi

Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ın 23 Mayıs 2011 tarihli yazısındaki ifadesiyle, Şenkal Atasagun’un MİT Müsteşarlığı döneminde  “PKK liderini tanıyabilmek ve arada bir güven ilişkisi oluşturabilmek” için Öcalan’la görüşen dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Emre Taner, Müsteşarlığa getirilmesinden kısa süre sonra Türkmen kanının oluk gibi aktığı Kuzey Irak’a giderek, Barzani ile o gün için Türk tarafının gizli tuttuğu ve fakat KDP’lilerin doğruladığı bir görüşme yaptı. (Bu iddialara göre Taner’in Barzani ilk buluşması da değildi.)
15 Haziran 2005’te göreve gelen Taner’in 8 Ağustos 2005’te Bakanlar Kurulu’na  “Kürt Meselesi”  üzerine verdiği 5 saatlik brifing (Brifingin sonucunu Türk Milleti 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da gördü. Erdoğan “Evet bir Kürt sorunumuz var bunlarla yüzleşmeye hazırız. Kürt sorunu herkesten önce benim sorunumdur” dedi. Erdoğan’a ilk destek manidar bir isimden geldi. Darbeci Kenan Evren de iktidardakiler de aynı fikirdeydi: “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Biz istediğimiz kadar hayır diyelim orada bir Kürt devleti var!” ) ve MGK’da “açılımdan yana”  tavır almasından sonra,  “çiçeği burnunda Müsteşar”  olarak attığı en önemli  “adım” lardan biri olan bu görüşmenin zamanlaması da manidardı. 20 Ekim 2005’teki Taner-Barzani buluşması, Barzani’nin ABD, İngiltere, İtalya gezisinin arifesine rastladı.

 


“Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen” Kuzey Irak’a tanıma sözü mü verdi

“Kürt sorununun siyasi yollardan çözümü”  üzerinde durulan görüşmede, o günlerde TEMPO dergisinin edindiği bilgilere göre; “MİT Müsteşarı masaya ’Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen’ oturmuş ve Barzani de ’Türkiye Cumhuriyeti’nden’Türkiye sınırlarına taşmamak kaydıyla Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun tanınmasını, Türkiye ve Irak Kürtleri arasındaki akrabalıktan dolayı ’iki ülke vatandaşları’na çifte vatandaşlık verilmesini, Türk-Kürt üniversiteleri arasında öğrenci değişimi yapılarak Kuzey Irak’taki üniversitelere giden öğrencilerin durumuna resmiyet kazandırılmasını ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta bir ’Harp Akademisi’kurmasını talep etti.
’Türkiye Cumhuriyetini temsilen’masada oturan Taner, bu taleplerin hiçbirine ’Hayır’demedi. Karşılığında tek talebi ’Kuzey Irak’taki Kürt otoritesi’nin PKK’ya karşı işbirliği yapmasıydı.”
İddiaya göre Taner, Barzani’ye konuştuklarını Bush’a iletmesini söylemişti.

 


Bush’tan Barzani’ye: Başkan!

Bu görüşmenin hemen ardından ABD’ye giden Barzani, Bush tarafından Oval Ofis’te  “Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı”  sıfatıyla karşılandı.
Bush, Barzani’yi  “Bir diktatöre karşı ayağa kalkan cesur adam”  diye selamlıyor, Barzani de Bush’a  “Sizin liderliğinizdeki ABD ordusu, kahraman peşmergeler ile Irak ve Kürdistan halkı sayesinde başarıya ulaşacağız”  diyordu.
28 Ekim 2005’te, Amerikan Ulusal Basın Kulübü’nde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Barzani,  “Türkiye’nin, ’Başkan’sıfatıyla ağırlanmasından duyduğu rahatsızlık”  hatırlatılması üzerine  “Irak’ta bir ülke ve Kürdistan Bölgesi denilen bir parça vardır. Kürdistan Parlamentosu var, Kürt halkı var. O parlamento da beni Kürdistan Başkanı seçti. Başkan Bush, yasal olmayan bir şey söylemedi ki...” dedi.
Taner  “Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen” masada Kuzey Irak’ı “tanıdıktan”  sonra bu tür “rahatsızlık”  açıklamaları zaten tiyatrodan başka bir şey değildi.

 


Başka teröristlerle de görüştü

Cengiz Çandar’ın yazdığı TESEV raporuna Taner sadece Öcalan ve Barzani ile değil, PKK’nın başka yöneticileriyle de  “yüz yüze görüşmeler” de bulunmuştu.
Diyarbakır doğumlu olan ve yakın çevresine  “Ben Kürt meselesini Musa Anter’den öğrendim”  dediği ileri sürülen, görev süresi AKP tarafından tam 4 kere uzatılan Taner, asıl açılımı 5 Ocak 2007’de, MİT’in 80. Kuruluş Yıldönümü töreninde yaptı:
 “Dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasî, ister ahlaki-dinî olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir...
 (...)
20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı/kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur.
(...)
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret etmektedir. Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.

 


Kaos coğrafyasının göbeğinde bir garip ülke

Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır. Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslararası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Orta Doğu’nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya’ya açılan alanlarla da bağlantılıdır. Bu üç bölgenin ve Orta Asya’nın birçok bakımdan küresel politikaların ve ” rol “ savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye’nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir...”
Beş yıl önce yaptığı bu konuşma hem bölünme sürecinin hem de  “Arap Baharı” nın  “habercisi”  olduğu gerekçesiyle halen tartışılan Taner’in söyledikleri aslında Türkiye için  “yeni”  değildi.
Ülkenin milli güvenliğinin emanet edildiği Taner’den neredeyse iki yıl önce, 20 Nisan 2005’te, ülkenin milli savunmasının emanet edildiği dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök  “Milli egemenlik kavramı eskimiştir, yerini küresel güvenlik almıştır” demiş, diyebilmişti!

 

YARIN: ABD-AKP İTTİFAKI TSK’YA KARŞI