Hareketsiz milletler asla destan yazamaz

Hareketsiz milletler asla destan yazamaz
Mesleki ömrünü Türk milletinin kültürel köklerini araştırmaya adayan değerli ilim adamı Prof. Dr. Necati Demir, "Bozkurt ve Ergenekon Destanı" adlı kapsamlı çalışmasıyla da bu alandaki hizmetlerine bir yenisini ekliyor.

Destanların olağanüstü hareket ve olayların ifadesi olduğunu belirten Prof. Dr. Necati Demir, "Hareketsiz toplumların ve milletlerin destanları olmaz. Türkler tarih boyunca çok geniş coğrafyalara yayıldıklarından, âdeta hareketin sembolü olmuşlardır. Anavatanlarında ve gittikleri yerlerin çoğunda değişik unsurlara karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu mücadelelerin bir kısmı destanlaşmış ve tarih boyunca milletin hafızasından silinmeyip ebedîleşmiştir" tespitinde bulunuyor. Prof. Dr. Demir; destanların genelde bir milletin hayatta kalmayı sürdürebilmesi veya yok olmak ile yüz yüze gelmesi ya da çok büyük güçlerle mücadelelerini anlattığını, bunları anlatırken de mensubu olduğu milletin tarihini, kültürünü ve dilini önceki nesillerden sonraki

nesillere taşıdığını vurguluyor. Türklerin zengin bir destan edebiyatı bulunduğunun altını çizen Prof. Dr. Necati Demir, "Bozkurt ve Ergenekon Destanı" adlı kitabıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, çok kısa metinlerine rağmen, bu bahsettiğimiz unsurların hepsini birden bünyesinde bulunduran ilgi çekici iki Türk destanıdır. Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı aslında aynı destandır. Yani Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı''nın devamıdır. Bir başka söyleyişle konunun İslamiyet öncesinde yazıya geçirilen ve Çin kaynaklarında yer alan metinlerine Bozkurt Destanı adı verilmiş, İslamiyet''in kabulünden sonra yazıya geçirilen (Reşideddin tarafından Farsça olarak kaleme alınan Cami''ü''t-tevarih, Çağatay Türkçesi ile kaleme alınmış Şecere-i Terâkime ile Yazıcıoğlu Ali tarafından kaleme alınmış Tevarih-i Âl-i Selçuk) rivayetlere de Ergenekon Destanı denilmiştir. Farklı zamanlarda farklı bilim adamları tarafından tespit edilip adlandırıldığı için ortaya böyle bir ayrım çıkmıştır. Bozkurt Destanı, yok olmak üzere olan ve son ferdi kalan Türklüğün hayata tutunma hikâyesi olduğu gibi, dünyanın en büyük devletlerinden bir olacak Köktürk Devleti''nin temelinin atıldığı yer olarak karşımıza çıkar.

Bozkurt Destanı''nın dünya üzerindeki bütün Türk toplumlarında yankıları ve izleri belirgin biçimde sürmektedir. Bayrak kültürünün canlılığı, kurdun kutsal sayılması ve önem verilmesi, demir dövme geleneğinin yaşatılması bunlara örnek olarak verilebilir. Fakat en önemlisi Ergenekon''dan çıkış günü olan 21 Mart''ın Yenigün, Yılsırtı, Mart yedisi, Nevruz adları ile bütün Türk Dünyası''nda kutlanmasıdır.

Kurt, Türk kültüründe çok önemli bir değerdir ve mazisi çok eskilere dayanmaktadır. O bazen Türk ulusunu yok olmaktan kurtaran bir mucizevî varlık, bazen de çok zor zamanlarda yol gösteren bir kılavuzdur. Ergenekon Destanı da Türkler arasında önemli bir değere sahip olan bozkurda dayanır. Türklerin kurt ile bağı Çinlilerin dikkatini çekmiş olmalı ki kurt ile Türkleri özdeşleştirmiştir. Kurdu atası bilen, kurt destanı olan ve kurdu bayrak yapan tek millet, Türklerdir. Eli ile kurt şekli yaparak zafer, mutluluk, iyi dilek içeren selam gönderen tek millet de Türklerdir. Yalnız Türk ve İtalyan mitolojisinde kurt, kurucu rol oynamaktadır. İtalyanlarda kurt ile ilgili mitolojinin Türkler ile aynı kökten geldiği tartışma aşamasını geçmiştir. Kurdun Türklerle aynı kökten gelen Etrükslerin bir mirası olduğu anlaşılmaktadır. Zira 7-8. yüzyılda Köktürk Devleti devrinde (şimdiki Tacikistan sınırları içerisinde) yapıldığı anlaşılan Kale-i Kahkaha duvarına çizilen kurttan süt emen çocuklar resmi İtalya''daki figüre çok benzemektedir ve bu haliyle bütün ezberleri bozmaktadır.

Bozkurt Destanı''nın etkisi yalnızca Türk Dünyası''nda değil, Türklere komşu olan veya ilişki içerisindeki ülkelerde de görülmektedir. Öyle görünmektedir ki dişi kurdun çocukları emzirme hikâyesi İtalya''da ve Romanya''da çocukları emziren kurt, Korelilerin 10. ayda Ata-Mağarası''na gitmeleri ve orada göğe kurban kesmeleri, A-shih-na (Açina, Aşina)''nın Türklerde ve Moğollarda aynı anlama gelmesi, tartışmalı olsa da incelemeye ve zikretmeye değer unsurlardır."

Ötüken Neşriyat

Tel:(0212) 251 03 50

15 gün değil 4 yıl savaşan kahramanlar

Sarıkamış Dayanışma Grubu Kurucu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, "Sarıkamış-Kafkas Cephesi" adlı yeni kitabıyla yakın tarihimizin tartışılan harekatını farklı bir boyutan ele alarak gündeme taşıyor. Prof. Dr. Bingür Sönmez, bu yaklaşımının gerekçesini de şöyle açıklıyor:

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasındaki savaşı sadece 22 Aralık 1914 - 05 Ocak 1915 arasında geçen 15 günlük "Sarıkamış Meydan Muharebesi ve Çevirme Harekâtı" olarak sınırlandırmaktansa, dramın boyutlarını anlayabilmek için 1914 - 1918 yılları arasında Anadolu topraklarında dört yıl süren "Sarıkamış - Kafkas Cephesi" olarak incelenmesi daha doğru olacaktır.

Bu cephede 3. Ordu''nun savunacağı alan 450 km Rus ve 400 km İran Azer-baycanı hududundan oluşuyordu.1 İstanbul ile Kafkas Cephesi (Erzurum) arasındaki mesafe 1.100 km idi. Trabzon - Erzurum şosesine ulaşmanın tek yolu, İstanbul - Trabzon arasındaki deniz yoluydu. Kafkas Cephesi''ne en yakın tren istasyonu Ulukışla olup cepheden 600 km uzaklıktaydı ve savaş alanının dağlık ve yolsuz olmasından dolayı, ordu birliklerinin bu kadar geniş bir alanda harekât birliğinin sağlanması oldukça güçtü.2 Daha sonra Rusların tüm vadilerden akın akın Anadolu içlerine girmeleri ile Van - Trabzon arasına çekilen düz çizgi, 300 km''lik bir cephe hattını oluşturmaktaydı. Sarıkamış''ı anlamak için Birinci Dünya Savaşı''na nasıl girildiğini, önce-sindeki "Köprüköy - Azap Muharebelerini", gün gün "Sarıkamış Muharebelerini" ve bunun devamı olarak dört yıl süren "Kafkas Cephesini" bilmek gerekir. Büyük resim, "Sarıkamış - Kafkas Cephesi''dir. Ayrıca esirleri ve göçleri de işlemek bütün araştırmacıların görevidir.

Rus, Alman, İngiliz, Amerikan, Fransız Genelkurmay arşivleri, daha önce yayınlanmış değerli eserler, makaleler, tez çalışmaları ve anılardan yararlanılarak hazırlanan bu eser, umarım "Sarıkamış ve Kafkas Cephesi" konusunda yapılacak çalışmalara kapsamlı bir kaynakça olur. Sarıkamış''tan Kanal''a, Çanakkale''den Galiçya''ya, Kurtuluş Savaşı''ndan günümüz şehitlerine kadar olan tüm şehitlerin, bugün hayatta olmayan tüm gazilerimizin ruhları şad olsun.

Tarihçi Kitabevi

Tel:(0216) 418 68 86

HAFTANIN KİTABI

   Türk Ordusu''na kurulan kumpas

 Mustafa Önsel''in ilk yayınlandığı 2013''de büyük yankı yaratan "Beşiktaş''ta Sırtlan Pususu"nun   yeni baskısı Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından okurla buluşturuldu.

 Önsel, bu kitabıyla milli ordunun tasfiye edildiği kumpas sürecine ışık tutarken, Güneydoğu''da   yaşadığı olağanüstü olayları da sunuyor. FETÖ''nün kahraman Türk subaylarına kurduğu zalim   kumpasların gün ışığına çıkarıldığı kitapta cevabını bulan surulardan bazıları şunlar:

*Hasdal''ın "suç makineleri" kimlerdi? *Zir Vadisi''nde bulunan bombaların sarıldığı gazetenin sırrı neydi? *Balyoz Davası''nda tahliye kararı veren hakimlerin başına neler geldi? *Amirallere "suikast yapacak" teğmenleri sonrasında neler bekliyordu? *Poyrazköy Davası''nda kamera kayıtlarını yok eden "komutan" sonra nerede ortaya çıktı? *Bismil''de şehit edilen Neşe Öğretmen''in katillerini öldüren subayın terfisini kimler engelledi? *Kaşif Kozinoğlu vefatından üç gün önce hangi dizide öldürüldü? *PKK''nın yaktığı köyde neler yaşandı? *Mustafa Önsel''in yolu Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ile ilk nerede kesişti?

 

 

 

Kırmızı KediYayınevi

Tel:(0212) 244 89 82

 

Buzlu cehennem ve acı hatıralar

Bolşevizm zulmünü ve esaretini tatmış sayısız Azerbaycanlıdan biri olan B. E. Ağaoğlu''nun yaşadıkları, "Gulag''dan Sürgün Anıları / Solovki''de Gördüklerim" adıyla kitaplaştı. Daha önce Azerbaycan''da Bildiriş gazetesinde yayınlanan bu anılarında B.E. Ağaoğlu, Solovki ve öncesinde yaşanan olayları bir tarihi vesika şeklinde okuyuculara sunuyor. "Gulag''dan Sürgün Anıları", rejimin insanlık dışı karakterini açmak, tek suçu vatansever duygu ve düşünceleri ya da bolşevizm muhalifliği olan insanların "buzlu cehennem"de yaşadıkları işkenceleri tarihe not düşüyor.

Nestor Yayınları

Tel:(0216) 323 23 28

 

 

 

 

KÜTÜPHANEMDEN:

 Gezemeyenlerin okuyarak öğrenmesi için...

Seyahatler bu kadar öğretici olmasıydı atalarımız böyle bir soruyla gezmenin önemini vurgulamazdı herhalde. Geziler sadece gezene bir şeyler öğretmekle kalmamış, eğer gezenler gördüklerini yazdıysa bunları okuyanlarda gitmedikleri halde o diyarlar hakkında geniş bilgi sahibi olabilmişler. Bu köşede zaman zaman bahsettiğim gezi kitaplarının ilgi gördüğünden haberdar olunca bugün de yine bu tür kitap hakkında size bilgi vermek istedim. İnsanların dünyanın başka yerlerini merak etmeleri bu türün tutulmasında büyük etken olmuştur. Aslında Marko Polo''nun ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi''nin bunca yıldır hala büyük merakla okunması gezi kitaplarına olan alakanın en açık göstergesidir. Cumhuriyet''in kuruluşunun ardından, bilgi ve görgülerini artırmaları, yeni Türk devleti hakkında dünyayı haberdar etmeleri için çeşitli vesilelerle yurt dışına gönderilenlerden biri de o devrin ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı Atay''dı. Daha önce de çeşitli defalar yayınlanan Atay''ın seyahat yazıları Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı''nın 1000 Temel Eser dizisi kapsamında yeniden basılmıştı. Atay''ın "Gezerek Gördüklerim" adını verdiği bu seyahatnamesi 1970 yılında yayınlandığında yine ilgiyle karşılandı. 20 bin adet basılan kitap oldukça geniş bir okur kitlesine ulaştı. Kitabına "Bizim Akdeniz" başlığını verdiği bölümle başlayan Falih Rıfkı Atay; Antalya, Alanya ve Antep ile ilgili izlenimlerini aktardıktan sonra İngiltere hatıralarına geçiyor. Bu bölümün konu başlıkları ise şöyle: Londra''ya Doğru, Ağahan''ı Gördüm, Taymis Kıyılarında, İngiliz İmparatorluğu, Dinamo Rüzgarı, Hazırladığım Nutuk, Alay Köşkü, Dicle Üstünde Bağdat, Basra veKörfezi, Gwalior, Ağra ve Türklük, Ağra Sarayı, Taç Mahal, Taht-ı Tavuz, Delhi,şah-ı Cihanabad, İç Sokak, Bir Akbaba Yola Düştü, Lahor, Altın Mabed, Çangıl, Dans, Bir Yeşim Hançer