Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Serap BESİMOĞLU

Serap BESİMOĞLU

Hayat çok kısa...

Hayat gerçekten çok kısa bir zaman dilimi ama bir sürü bilinmezliklerle de dopdolu. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı gerçek sahne aslında. Bazen kocaman bir hediye paketi gibi süslü püslü, kurdeleli ama içi boş, bazen de sade, küçük, parıltısız ama ruhani zenginlikleri ve yaşanmış değerleri ile paha biçilemeyecek kadar kıymetli. Velhasıl bütün bunlar hayat denen, yaşanan ve yaşanmakta olan bu kısa zamanın içine sıkışmış ve biz mümkün olabilecekler dışında her şeyi değiştirme gücüne sahip değiliz.
Değerli bir okuyucumun mail adresime ilettiği bir hikaye ile buluşturalım sözü;
Çok zaman önce refah içinde yaşayan bir ülke varmış. Bunun sebebi de adil, iyi yürekli, dürüst kralları imiş. Kral zaman zaman tebdili kıyafetle halkın arasına iner, dert dinler, sorun çözermiş. Yine böyle bir günde dolaşırken yolu bir göl kenarına düşmüş. Orada gördüğü ak sakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese birinden bir taş alıp diğerinden saldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş. Bu işlem uzun bir süre devam etmiş. Ve dede tam yoluna gitmek üzere işi bitip de ayağa kalktığında kral ile göz göze gelmişler.
Kral sormuş; “Sen ne iş yaparsın baba? Uzun süre seni izledim ama bir türlü anlayamadım”
Dede cevap vermiş: “Ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım.”
Kral: “Peki en son kimin kaderini bağladın?”
Ak sakallı dede; “Kral’ın güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım” demiş.
Kral, zenci uşağı Ahmet’i oğlu gibi sevmesine rağmen biricik kızı ile evleneceğini duyunca yine de dünyası kararmış. Ahmet’i de incitmeden bu sorunu kısa zaman içinde çözmeye kendince karar vermiş. Saraya döner dönmez uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış, “Oğlum Ahmet, sana bir mektup vereceğim. Bu mektubu güneşe götüreceksin” demiş.
Kral’a sorgu sual edilir mi hiç? Hem de babası gibi sevdiği birine...
Ahmet alıp mektubu düşmüş yollara. Ama nasıl gidecek güneşe? Günlerce dolaşmış, bitkin bir vaziyette bir ağacın gölgesinde uykuya dalmış. Uyandığında ne görsün! Ağacın az ötesinde bir göl, o göl ki güneşin aksi üzerine vurmuş. Sevinç içinde “Güneşi buldum” diyerek üzerinde kilodu kalıncaya kadar soyunup atmış kendini göle. Ve dibine kadar yüzmüş. Ta dipte güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün? İçi hediyelerle, altınlarla dolu bir hazine sandığı. Üzerinde de “Güneş’ten Kral’a” yazılı bir zarf var. Sandığı ve zarfı almış. Suyun yüzüne çıkmış.
Ahmet şaşkınlık içindeymiş, çünkü artık zenci değil bembeyazmış. Sadece kilodunun olduğu bölge eski rengini taşıyormuş. Kimsenin kendisine inanmayacağını düşünüp ismini değiştirerek ülkesine zengin bir tüccar olarak dönmüş. Ve kader bu ya kralın güzel kızına talip olup evlenmiş.
Gel zaman git zaman kral damadı ile katıldığı bir ziyafette yere düşen çatalı almak için aynı anda eğildiklerinde şalvarın kenarından kaba etini görmüş. Tabii hemen anlamış ak sakallı dedeni sözlerini. Sabırsızlıkla herkesin çekilmesini bekleyip sormuş :
“Oğlum sen Ahmet misin?” Ve çaresiz Ahmet, “Evet kralım benim” demiş. Kral heyecanla, “Bu nasıl oldu, çabuk olan biteni anlat” demiş. Ahmet her şeyi bir çırpıda anlatıvermiş. “Peki güneşin mektubu nerede?” diye sormuş Kral. Hep koynunda sakladığı ve açmadığı mektubu vermiş Ahmet. Mektupta şunlar yazıyormuş; “Güneş’e yazı yazılmaz. Yazılan yazı ise bozulmaz” 
Hayatın içinde sevgi ile kalın...

Yazarın Diğer Yazıları