Hayatlar, korkular, seçimler...

Hayatlar, korkular, seçimler...

Keşkeler, hayıflanmalar, pişmanlıklarla dolu hayatlar sürer insanların ezici çoğunluğu ne yazık ki. Her şey hakkında planları vardır, derin stratejiler geliştirirler, ama sıra en önemli şeye, yani kendi hayatlarına geldiğinde, adım bile atmazlar. Çeşitli nedenleri olabilir bunun elbette. Kendilerini tanımadıkları için nasıl bir hayat yaşamaları gerektiğini bilmiyorlardır. Düşünmek, plan yapmak, kendileri hakkında sorular sormak zor geliyor olabilir. Ezberlenmiş, bilindik bir yaşamı sürdürmek çok daha riskssiz bulunabilir. İnsanlar kendilerine değer vermiyor olabilir. Bilgisizlik had safhada olabilir. Ancak zora girince, senin de yaptığın gibi şimdiki aklım olsaydı gibilerinden bir tirat başlar, şunu şöyle, bunu böyle yapardım, efendim şunları ise asla yapmazdım. Hikaye elbette. Geçiniz. O zaman şimdiki aklın yoktu usta. Nokta. Bir şey eğer olmuşsa, o anda ondan başkası olamayacağı için o olmuştur. Yine nokta. Ve iddiana göre şimdi aklın başına geldi. Haydi o zaman, yapman gerekeni yap ve kendine yakışır hayatın planını hazırlayıp uygula. Kendini mutlu et bakalım! Yine yapmayacaksın, değil mi? Elli bin bahane bularak, yaşadığın hayatının kalitesini yükseltmeye yanaşmayacaksın. Sızlanmak bildiğin en iyi şey çünkü. Yapmayacak ve sızlanarak tüketeceksin ömrünü.

Başkalarının dayattığı hayatları yaşayanlar ordusuna iyi bak. Senden ne çok insan var. Yüzlerine, gözbebeklerine, duruşlarına, beden dillerine iyi bak. Çok yakından bakmana gerek de yok aslında ya... Benimkisi de laf... Onları rahatça tanıyabilirsin. Birbirinizin kopyası gibisiniz.

Oysa başka olmak, sıradan olmamak, özgün olmak ve kendi hayatını seçmen o kadar da zor değildi. Kendin ve hayat hakkında biraz bilgi, biraz cesaret, biraz da kararlılık yetecekti, istediğin hayatı yaşaman için.

Son birkaç şey daha usta...

Anahtar şu cümlede diye düşünüyorum:

"Dünyaya bir daha gelsem, yine yaşadığım hayatı isterdim."

İşte bütün hikaye bu dostum. Bütün bir yaşam bu cümleyi kurabilmek için çalışmalı insan. Ancak o zaman seni mutlu eden ve doğru bir hayatı yaşamış olursun.

BEYEFENDİ

O güzel gecenin mutsuz adamı

Sonuçta o da hayatın ayrılmaz bir parçasıdır diye mırıldandı. Bir korku ve ürperti nesnesi olarak içinin derinliklerinde, bazen de yüzeyin hemen altında yaşam enerjinin bitmesini bekler. Ondan kurtulman mümkün değil. Ve bütün benliğinle biliyorsun bunu. Ve elbette ki bir alay rahatlatıcı estrümanla, yakanı azıcık da olsa bırakmasını, bazı anlarda zihninden uçup gitmesini, korkularının şiddetinin azalmasını umuyorsun. Onun kendisi bir yana, ona yapacağın bir şey yok. Onunla baş etmen mümkün değil. Sadece onun korkusu hakkında elinden bir şeyler gelebilir ancak. Ancak burada oyun kurabilirsin, kendini avutabilir, kaçınılmaz olanın korkunçluğuna karşı küçük mevzilerde küçük zaferler kazanabilirsin, ama nihai zaferleri hep o kazanacaktır, adından daha iyi biliyorsun bunu...

Yaşları altmışa doğru ilerleyen dört arkadaştılar gecenin içinde, bir kafede. Sokaklar tenhaydı. Dışarısı soğuktu. Akıllı kedi ve köpekler sabaha sağ varmalarını sağlayacak olabildiğince sıcak bir yer arayışındaydı. İçerde sıcak bir mekandaydık biz. Başımızdan çok şey gelip geçmiş, eski hırçınlıklarımız törpülenmiş, görece biraz daha akıllanmış, olanlara daha az homurdanma modundaydık artık. Çocuklar büyümüş, saçlar ağarmış, ağrı ve sancılar kendini hissettirmeye başlamış, yorgunluklar artmıştır dedi içinden.

Pencerenin hemen yanında oturuyordu Beyefendi. Hayatın her alanından konuşmalara yeri geldiğinde iştirak ediyor o da. Ama aklında ölüm var. Neden olduğunu bilmiyor ama. Arada bir arkadaşlarının yüz hatlarındaki kırışıklıklara, yaşlanmışlığa, ak saçlara, kırçıl sakallara takılı kalıyor bakışları. İç geçiriyor, suratı asılıyor. Belki de diyor, bir dahaki sefere, burada ya da başka bir yerde oturduğumuzda aramızdan biri olmayacak! Aman tanrım diye inliyor sonra. Bu ben de olabilirim! Neden olmasın ki?

Oysa gece keyif dolu. Haz veriyor dostlarıyla olduğu böylesi ortamlar. Ama o hayatın öteki parçası mutsuz ediyor onu.

Ve diyor ki:

"En mutlu anının da bir parçasıdır ölüm, ey fani. Şu soruya cevap ver bakalım. Mutlu bir hayat sürdüğünde mi daha çok korkulur ölümden, mutsuzluğun dibini bulduğun bir hayatı yaşadığında mı?"

Cevap veremiyor. Ve katılıyor, samimiyetin her anına eşlik ettiği sohbete...

OKUYUNUZ

Deborah kimlik kavramını yitirip içine kapanmış, ancak kendine zengin düşlemi ve mizah duygusuyla düşsel bir dünya yaratmıştır. İki dünyanın çatışmaya başlaması, Deborah'ın akıl hastanesine 'düşme'sine neden olur. Bundan sonra hastaneleri, doktorları vb. kurumlarıyla toplumun 'kurtarma operasyonu' başlar. Greenberg'in kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim", 'akıl hastalarının gizleri' üzerine pek çok ipucu taşırken, toplumun yerleşik değer yargılarına çarpıcı bir eleştiri de getiriyor...

İŞTE O KADAR

Dikkat! Şu anda uğruna ağladığınız insan, bir başkasıyla gülüyor olabilir.

HAYVANCA

Geçen haftanın yoğun karı her canlılara zor anlar yaşatıyor. Soğuk da cabası... Sabahın erken saatlerinde bu İstanbul köpeği, ulumayı tercih ediyor karlı sokakta. Derdinin ne olduğu meçhul. Acaba ne demek istiyor, havlamak yerine ulumakla? Bir ara durup düşünüyor fotoğraf sanatçısı. Sonra, "Deli olma oğlum, yürü yoluna" diyor kendi kendine, "vardır elbette bir nedeni..."