Hedef, Rus ve İngiliz pazarı olmalı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Rusya ziyareti sırasında ve ertesinde yaptığı açıklamalar sonrasında biraz umutlandık. Neydi bu açıklamalardan çıkan sonuç;  “İki ülke arasındaki ticarette Ruble ve Türk Lirası’nın kullanılabilmesi kararının alınması” . Daha önce de belirttiğim gibi bu yıl bu kararın uygulanıp uygulanmayacağının takipçisi olacağız. Buna göre de Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık arasındaki politika benzerliklerini veya ayrılıklarını daha iyi tahlil etme olanağını yakalamış olacağız.
2. Dünya Savaşı sonrasında  “galip devlet olan ABD’nin dayatması ile uluslararası ticarette kullanılacak tek paranın dolar olarak belirlenmesi” , gerçekte bu savaşa taraf olan galip ve mağlup devletleri doğrudan ilgilendiren bir durum olması gerekir iken; süreç içerisinde dışa bağımlı uygulanan siyasetler yüzünden Türkiye’nin de dış ticaretinde etkin olmuş ve özellikle de ANAP iktidarı döneminde İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın açılması ile doların ülke ekonomisindeki etkisi en üst seviyelere çıktı.
O sürecin  “çağ atlama”  olarak topluma servis edilmesi o günün şartlarında gerçekten de tutmuş olan bir söylemdi ve devletçi politikaların ekonomimize kazandırdığı KİT’lerin birer birer elden çıkmasının önü  “zarar eden kuruluşların satılacağı yalanı”  ile açılmış oldu.
80 öncesinde ambargolarla ülke siyasetine doğrudan müdahil olan ABD ve diğer batılı ülkeler, 80 sonrasında ANAP iktidarı hoyratlığı ve devletin çivisini oynatıcı değişimleri onaylayan politikaları ile bugünlerin temelini daha o tarihlerde attılar.
Kapitalizmin anavatanı olan ABD, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde krizin etkisini azaltmaya yönelik ciddi önlem paketleri hazırlanıp uygulamaya konulur iken, ülkemizde aylardır seçim ekonomisi uygulamalarını ve propagandalarını görmek aslında ağlanacak halimize güldüğümüzü ortaya koyuyor. Gerçek anlamda “küresel krizden” etkilenmek istemeyen bir zihniyet “İstanbul Borsasını” kapatma kararı alarak bu krizin ülkemize olan etkilerini çok hafifletebilirdi, ama bunu yapmadılar. IMF ile bir türlü anlaşma imzalamayan politikacılar, bu anlaşmayı imzalamama sürecini bir  “zafer kazanmış edası” ile topluma servis eder iken, toplumdan gerçekleri yine saklama yöntemini seçiyorlar.
Sistemin nasıl çalıştığını bilenlerin söylediği gerçek şudur ki; IMF ile yapılacak bir anlaşmada  “parayı veren düdüğü çalar”  sözünden hareketle parayı veren IMF, borçların geri ödenmesini garanti altına almak için her türlü yasal tedbirlerin alınması talep edebilmekte, paranın iktidar tarafından kafasına göre istediği alanlara harcanmasını bile engellemektedir.
Bunu bilen politikacılar, 29 Mart yerel seçimleri bitinceye kadar bu anlaşmayı sürüncemede bırakıp, seçim sonrası hemen anlaşma masasına oturacaklardır. Zamanında yapılması gereken müdahaleler yapılmadığından, popülist politikalar tercih edildiğinden, bunun faturasını seçimlerden sonra çok ağır ödemek zorunda kalacağız.
Turizm girdilerini artırmanın yolu, Kasım ayında yapılması gereken kısa süreli devalüasyon kararları ile 2009 turizm sezonunda ülkeye gelecek olan turist sayısını gerçek anlamda yükseltebilirdi. Ama bu yapılmadı, her şey seçim sonrasına bırakıldı. İngiliz piyasasına müdahil olabilmek için Sterlin’in şu andaki kurunun üç Türk Lirası civarında olması gerekir. Aynı şekilde Ruble’nin Türkiye’de kullanılabilmesinin önünü açmak ve değerini biraz yükseltmek, bu pazarın da Türkiye’ye kaymasına neden olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları